22 Haziran 2009 Pazartesi

Gezdim Gördüm Yazdım 1: Kekova

NEREYE GİTSEK?
2008, Eylül ayının ortaları. Sıcak bir öğleden sonra. Ramazan bayramına iki hafta var. Ablam aradı.
-Sena, bayram bu sene on gün. En azından 3-4 gün biyerlere gitsek. Sen bilirsin nereye gidelim?
-Ama ablacım, bence her yer dolmuştur. Bu işi çok önceden yapmak, planlamak lazım. Şimdi boş yer bulamayız ki.
-Yaa, neyse sen bi araştır bakalım belki bulursun.
Telefonu kapatınca düşünmeye başladım. Aklıma Google Earth geldi. Boş kaldığım zamanlarda Karadenizden başlayarak tüm sahilleri dolaşırdım tepeden. Oraları gezip görenlerin koyduğu fotoğrafları incelerdim. Yine başladım aramaya. Aylardan ekim. Ege soğumuştur. Hem de uzak. Daha yakın olmalı. Akdeniz olabilir mesela. Antalya civarı, Kaş, Kalkan veya Fethiye olabilir. Kaş'ta dalış hocası olan ortaokul arkadaşım Ece'yi aradım. "Burada hiçbir pansiyon yada otelde yer kalmadı. Ben önceden arayan arkadaşlarıma bile yer bulamadım" dedi. Biraz internetten otel araştırması yaptım. Ama ya pahalı yada yer kalmamış. Bende daha az bilinen yerleri aramaya başladım. Google Earth'da Kaş'la Demre arasında Kekova adası dikkatimi çekti. Hemen yakının da Kaleköy isimli küçük bir sahil kasabası vardı. Resimlerinden çok sevimli ve sakin bir yer olduğu belliydi. Pansiyon aramaya başladım. Epi topu 10 pansiyondan yalnızca birinde Sahil Pansiyon'da boş oda vardı. Yer ayırttırıp, pansiyon sahibi Yurdakul beyden ulaşımla ilgili bilgiler aldım ve hemen ablama haber verdim.
ULAŞIM
Kekova'ya ulaşım tahmin ettiğimizden çok daha zordu. Önce Konya'dan otobüsle Antalya'ya gittik. Gece yolculuğu yaptığımızdan gündüze göre nispeten rahattık. Otogardan Demre'ye giden ilçe minibüsüne bindik. Minibüs yol üzerinde her 10 dakikada bir durup yolcu indirdiği yada bindirdiği için Antalya-Demre arası tam 3 saat sürdü. Son yarım saatte özellikle Finike'den sonra muhteşem deniz manzarası bize eşlik etmeye başladıysa da neredeyse 90 dereceyi bulan virajlı ve dar yollar biraz sıkıntı yarattı. Demre'den sonraki durağımız Üçağız köyü idi. Buraya başka ulaşım olmadığından 15 dakikalık bir taksi yolculuğu ile ulaşabildik. Kaleköy'e karadan herhangi bir yol olmadığı için oraya gitmek için küçük bir kayık kiraladık.
Kayık hareket ettiği anda gördüğümüz muhteşem manzara, 8 saatlık yorucu yolculuğumuzu unutturdu. Denizin yalnız Akdeniz'de görebileceğimiz koyu mavi rengi, o bölgeye has dik kayalıklar, kayaların arasında aniden ortaya çıkan eski antik kentin kalıntıları... Her iki tarafından kayalıkların çevrelediği ve doğal bir limanı andıran koyu geçer geçmez karşımızda Kekova adası belirdi. Koydan sola doğru kıvrıldığımızda bir dağın eteğine kurulmuş, küçük taş evleri, evlerin balkonlarından sarkan sardunyalarıyla şimdiye kadar gördüğüm en sakin, en güzel ve en huzurlu sahil cenneti Kaleköy çıktı karşımıza.


SAHİL PANSİYON
Kaleköy'da kalacağımız pansiyon tam denizin kıyısında 4 odalı ve 10 kişi yatak kapasiteli sevimli bir köy evi. Pansiyon Yurdakul bey, eşi ve oğulları tarafından işletiliyor. Yıllar önce köye turist gelmeye başladıktan sonra onlarda diğer köy halkı gibi oturdukları evi pansiyona çevirmişler. Alt kattaki tek odada kendileri oturuyorlar,üst katları da gelenlere kiraya veriyorlar. Yemekleri kendileri yapıyor, getir götür işlerini de kayıklarıyla evin küçük oğlu yapıyor. Üst kattaki odalar o kadar küçük ki bir adet çift kişilik yatak, bir küçük dolap ve bir komodinden başka hiç birşey sığamaz. İki kişinin yan yana yürümesi için yeterli alan yok. Ama dört odanın ortak kullandığı denize ve Kekova adasına hakim balkonu görünce odaya yalnız uyumak için gireceğinizi daha ilk dakikadan anlıyorsunuz.
Pansiyonun önünde diğer pansiyonlar gibi kumsal yok. İskele benzeri uzantılar üzerine şezlonglar yerleştirilmiş. Tüm konuklara yetecek kadar şezlog olmadığından erken davranılması lazım. Sabah kahvaltıyı bizim gibi erkenden yapacaksanız dünkü ekmeklerle yetinmek zorundasınız. Ama eğer 10'a kadar bekleyebilirseniz Üçağız'dan tekneyle getirilen sıcak çıtır çıtır köy ekmeğini tadabilirsiniz. Tabii yanında hormonsuz domates, salatalık, köy yumurtası ve pansiyon sahibinin kendi eliyle yaptığı peynirle birlikte... Eğer isterseniz fesleğenli gözlemede isteyebilirsiniz. Yanına bir bardak da çay ekleyin ve bu keyfi denizin kıyısında, dalga sesleri eşliğinde yaptığınızı hayal edin. Başka birşey söylememe gerek var mı? :) KALEKÖY, ESKİ ADIYLA SİMENA
Kaleköy aslında Simena olarak bilinen eski Likya Uygarlığının başkentiymiş. Uzun yıllar önce büyük bir depremle Sinema şehrinin büyük bir kısmı suların altına gömülmüş. Üzerine yeni uygarlıklar kurulmuş ama onlar eskisine saygı göstermişler ve kalıntılar az zararla günümüze kadar gelebilmiş. Şuanda Kaleköy koruma altında. Köyde eski taş evlere bir çivi bile çakmak yasak. Eskiyen pencereleri yada kırılan kepenkleri değiştirmek için mutlaka izin almak gerekiyor. Ne mutlu ki köy halkı koruma konusunda çok bilinçli. Hem kendileri çok dikkat ediyorlar, hemde gelen turistlerin dikkat etmesini sağlıyorlar. Konuştuğumuz köylüler 1975 yılından beri köye yerleşen olmadığını söylüyorlar. En son Rahmi Koç ve başka bir işadamı köyden ev almış. Sonrasında hiç ev satılmamış daha doğrusu sattırmamışlar.
Köyü gezmeye başladığınızda en çok hoşunuza gidecek şey dar ve merdivenli sokaklar. Köy dağın denizle buluştuğu yamaca kurulduğundan kaleye çıkmak, hediyelik eşya satan yerlere veya restoranlara ulaşmak için mutlaka birkaç merdiveni tırmanmak zorundasınız. Her sokak başında ya eski antik bir kolon yada eski bir evin pencereleri ile karşılaşıyorsunuz. Tüm eserler sanki birkaç yıl önce kullanılıyormuş gibi korunmuşlar. Çocuklar yanında oynuyor, kediler dolaşıyor ama büyüklere has bir bilinçle eski eserlere zarar verecek herhangi bir harekette bulunmuyorlar.
Köyün en turistik mekanı kalesi. Burayı görmek için biraz merdiven çıkmayı göze almanız gerek. Çünkü burası köyün oldukça yukarısında kalıyor. Kalenin yıkıntıları arasında en çok göze çarpan şey burçların içinden deniz ve ada manzarası. Özellikle gün batımında buradan manzara tarifi mümkün olamayacak kadar güzel. Kalenin girişinde sağ tarafta önceleri kilise olarak kullanılan daha sonra islamiyetle birlikte mescit olarak değiştirilen bir mekan mevcut. Kalede en belirgin mekan burası. Diğer kısımların tam amaçları belli olamayacak kadar harap olmuş. Biz yalnızca belirli kısımları gezebildik. Biraz daha yukarılara çıkabilmek için sağlam bir akciğer ve tırmanmak için uygun kıyafet gerekliydi. Benim gibi yükseklik korkusuna sahipseniz bu kadar kale gezisi yeterli diye düşünebilir ve bulunduğunuz yerden güneşin batışını seyredebilirsiniz.Köy halkı o kadar güler yüzlü ve yardım sever ki, bu insanlar Türkiye'de mi yaşıyor acaba diyorsunuz. Gezerken size gülümseyerek selam veriyorlar, hediyelik eşya dükkanlarında tepenizde aniden biten yapışkan satıcılar yok. Köyle ilgili sorduğunuz soruları dinliyor ve bildikleri herşeyi anlatıyorlar. Kediler bile insanlara alışmış, yaklaştığınızda kaçmıyorlar.
Kaleköy'de en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de köyde ses kirliliğinin olmamasıydı. Özellikle akşamları yüksek sesli müzik çalmak kesinlikle yasak. Tüm gün ve gece yalnızca kendinizi ve denizin sesini dinliyorsunuz. Asla etrafta bağıran (böğüren) Alişan, Tarkan yada Eminem şarkıları yok. Zaman zaman geçen yatlardan yada teknelerden müzik sesleri duyabiliyorsunuz. Eğer demir atan tekne olursa onlarda belirli bir saatten sonra bu kurala uymak zorundalar.
NE YESEK?
Böyle bir soru sahil köyünde biraz garip kaçabilir. Tabi ki buranın da en favori yemeği balık. Özellikle Sinema Restoran bu konuda oldukça iddialı. Mevsim balıklarını istediğiniz şekilde (tava yada buğulama) pişirip getiriyorlar. Neredeyse Likya ile özdeşleşmiş olan taş mezarın yanıbaşında denize uzanan iskelenin üzerine konmuş tahta masalarda mum ışığı altında balığınızın keyfini çıkarabilirsiniz. Eğer benim gibi biraz yorgunluk hissediyorsanız, restoran sahibinin eşinden (şuanda ismini hatırlayamıyorum oda diğer köy halkı gibi çok yardımsever bir bayandı) 4-5 farklı otun karışımı olan bitki çayından isteyebilirsiniz.
BATIK KENT, TERSANE KOYU İkinci gün için neler yapabiliriz derseniz öncelikle batık şehre gitmenizi öneririm. Burayı görebilmek için mutlaka erken kalkmalısınız ki deniz berrak olsun. Böylece suyun altındaki evlerin duvarları, yollar daha rahat görünsün. Batık şehire gitmek için köyden bir tekne kiralamak gerekiyor. Tekne sizi istediğiniz yerden alıp tüm batık şehiri gezdiriyor. Batık şehir Kekova adasının kıyılarında, Kaleköy'ün karşısında yer alıyor. Duvarların arkasından gelip denizin sonsuzluğuna inen taş merdivenler, evlerin kapı ve pencere boşlukları, kilisenin tabanı, duvarlarda mum ve benzeri aydınlatma elemanları için açılan nişler antik kentin yaşamı hakkında biraz fikir veriyor. Burada bu evlerde kimler oturdu, bu medivenleri kimler kullandı diye düşünüyorsunuz. Acaba yüzyıllar sonra bizin oturduğumuz evlere bakıp bizi merak edecek insanlar olacak mı? Tabiki bu sorunun cevabını vermek çok zor. En son kısımda şehrin sular altında kalan ancak yinede su altından seçilebilen küçük tekneler için yapılmış limanı görülüyor. Daha sonra tekne sizi Tersane Koyuna götürüyor. Burası Kekova adası üzerinde kumdan sahili olan sayılı koylardan biri. Yine yol üzerinde Kaya mezarları dikkatini çeker. Koyun sahilinde de ancak bir kolonu ve kemerinin bazı parçaları sağlam kalmış bir yapı daha var. Tam olarak ne için kullanıldığını bilemiyoruz. Belkide gemi yapımında kullanılan bir bina idi ve bu yüzden buranın adı Tersane koyudur.
Eğer etrafı gezmek için tekne kiralamak istemezseniz benim gibi bir kano ile keşif turlarına çıkabilirsiniz. Boynunuza fotograf makinesini asıp kaya mezarların fotograflarını çekebilir, kalıntılara mümkün olduğu kadar yaklaşabilir ve onları istediğiniz kadar izleyebilirsiniz.

DÖNÜŞ
Dönüş yolculuğunda biraz farklı bir yol izleyerek Kaş'a gitmeye karar verdik. Aklımızdaki şey Antalya otogarına dönmeden önce birkaç saatte Kaş'ı gezmek ve arkadaşım Ece ile buluşmaktı. Bunun için Kaş Kekova arasında tur yapan gezi teknelerinden birine bindik. Ancak yolculuğumuz düşündüğümüzden daha uzun ve sallantılı geçti. Kaş'a ulaştığımızda Antalya otobüsüne binebilmek için yalnız 45 dakikamız vardı. Dolayısıyla kısa bir turla yetinmek zorunda kaldık ve Antalya otogara doğru yola çıktık.
4 günlük muhteşem bir geziydi. İnsanın kendini dinlemesi ve yenilenmesi için muhteşem bir yer. Gitmek için iklim açısından en uygun zamanlar haziran başı ve eylül sonu. Böylece hem hava çok sıcak olmuyor hemde kalabalıktan uzak tatil yapabiliyorsunuz.

2 yorum:

SeyyAh dedi ki...

Merhabalar...
Gezi notlarımızı ve fotoğraflarımızı düzenlerken, bazı konuları unuttuğumuzu farkedip arama yaparken sayfanıza ulaştık. Paylaşımlarınızı ve yazı-foto aktarım şeklinizin güzelliğini ve akıcılığını beğendik. Bu sene bizlerde ailecek Akdeniz turumuzda buraları gezmiş ve çok beğenmiştik ama birçok gezgin gibi zamanınımızın yetersizliğine yanıp yolumuza devam etmiştik.
Müsadenizle zaman zaman ziyaretçiniz olmaya çalışacağız.
Sağlıcakla kalınız, selam ve sevgilerimizle...

sena dedi ki...

Sevgili Seyyah;
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Gezdiğim yerleri dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Biz de Kekova'ya hayran kalmıştık. Gerçekten muhteşem güzellikte bir beldemiz. Bir yanım burayı herkesin görmesi gerektiğini söylerken bir yanım acaba böyle bakir kalması daha mi iyi olur diyor:))
Ayrıca ziyaretiniz beni çok memnun eder. Tekrar görüşmek üzere...
Sevgiler...