9 Mart 2009 Pazartesi

Turuncu Manifesto...

Dınınınıııııım....
Bugün 9 Mart 2009. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün akabinde bazı kararlar aldım. Ve bunları uygulama konusunda çok kararlıyım. Neden turuncu diye sormayın. İçimden öyle geldi.

Bir zamandır kendi hayatıma hakim olamadığım gibi bir duyguya kapılıyorum. Geriye baktığımda şimdiden "keşke şöyle yapsaydım" dediğim çok şey oldu. Bunlara bir DUR demem lazım. Şimdiiiii kararlarımı açıklıyorum;

1- Derhal kilo vermek için çalışmalara başlayacağım:
Bu kısa süre içinde olmaz farkındayım. Bu sebeble çalışmalarıma başlayacağım diyorum. Daha önce gittiğim diyetisyenlerin elimde olan ve işe yarayan diyet menülerini tekrar çıkarıp bakacağım ve onlara mutlaka uyacağım. Daha çok öğün daha az yemek. Kahrolsun tatlılar, yaşasın sebzeler...

2- Düzenli spor yapacağım:
Haftada en az 3 gün düzenli yürüyüş yapacağım. Satıcıyla eve geç teslim edildiği için çatır çatır kavga ettiğim ve (utanarak söylüyorum) epi topu 3 kere kullandığım yürüyüş bandını artık kullanıma geçireceğim. Kullanılmaya kullanılmaya çürüyecek bu gidişle... Yüzme en faydalı spor olduğu için çevredeki muhtelif havuzlardan teklif alıp en kısa sürede bir havuza kaydımı yaptıracağım.

3- Hedeflerimi gözden geçireceğim:
Uzun zamandır sanki yapmak istediğimi değilde yapmam gerekeni yapıyormuşum gibi hissediyorum. Bu durum beni yavaş yavaş depresyona sürüklüyor. Yıllar sonra artık çok geç dememek için şimdi hedeflerimi, nerede olduğumu ve nereye gitmekte olduğumu tekrar gözden geçireceğim.

4- Daha az TV daha çok sosyal yaşam:
Bugünden itibaren daha az televizyon seyredecek ve daha çok sosyal aktiviteye katılacağım. Dün akşam farkettim ki en yakın dostlarım maalesef Tv dizilerindeki karakterler olmuş. Her ne kadar Chuck'tan memnun olsamda, Dexter beni biraz rahatsız etmeye başladı. Gerçek akradaşlarımla daha fazla zaman geçirmeli ve sanal değil gerçek olduğumun farkına varmalıyım.

5-Olumlu düşüncenin gücünü farket;
Bu madde biraz forward edile edile anlamsızlaşan maillere benzedi. Ama ben olumlu düşüncenin iyi şeyleri çağırdığını düşünenlerden olmak istiyorum. Öyleyim demiyorum. Olmak istiyorum. Bu sebeble bundan sonra hergün en az bir kez güzel birşey düşüneceğime söz veriyorum...

6-Empati yapmayı öğren;
İnsanlara kızmadan önce onları anlamaya çalışmaya çalışacağım. Kendimi onların yerine koyacağım:???? Belki böylece saçımdaki beyazlar daha yavaş artarlar. Böyle giderse 40 yaşımda saçımda siyah saç kalmayacak...

7-"BUGÜN YAP" felsefesi;
"Bugünün işini yarına bırakma" ile "Günü yakala" felsefelerinin karışımı olarak bu felsefeyi benimseyeceğim. Farkettim ki günlerim önceden kalma yarım işleri tamamlamakla ve bugün yapmam gereken işleri "sonra yaparım" diye yarım bırakmakla geçiyor. Buna bir dur demem gerek. Buna tüm yarım işlerimi haftasonuna kadar bitirip günlerimi sıfırlamakla başlayacağım:))

8-Olaylara başka açılarda bakmaya çalış;
Farkettimde bende inatçı çocukların hırçınlığı var. Herşey ancak benim istediğim gibi olmalı. Olmadı mı çok sinirleniyorum. Bundan sonra daha az sinirlenmeye çalışıp daha çok açı değerlendirmesi yapacağım.


Şimdilik 8 madde olsun yine aklıma geldikçe eklemeler yapabilirim...

Elif Şafak'dan Aşk...


İlk kez "Bit Palas" kitabını okudum Elif Şafak'ın... Okumaya başlar başlamaz da sevdim. Çoğu kitaba alışmak biraz zaman alır benim için. Kişileri benimsemek ve olayları yaşamak için başta biraz zorlarım kendimi. Elif Şafak romanları beni hemen içine dahil ediverir. Romanlardaki kişiler hep bizden çevremizden bir gibi olur. En sevdiğim kısmı ise hikayelerin beklemediğiniz şekilde bitmesidir. Tahmin edilemeyen sonları severim ben. Sürpriz olmalı herşey tıpkı hayat gibi....

Bit Palası sevmemde bir sebep daha vardı. Kitabın karakterlerinden biri 1900'lü yıllarda İstanbul'a gelen bir yabancı kadındı. İstanbul'a gemiyle yaklaşırken onun uzaktan görünen siluetini renklerle tarif ediyordu. Bence de şehirlerin renkleri vardır. Onları oluşturan mimari yapıları, önemli özellikleri, kültürü ve kişisel tecrübeleri bir araya getirdiğimizde her şehrin insanların gözünde bir rengi vardır. Mesela İzmir mavidir bana göre. Çünkü yazın başladığı, okulun bittiği ve rahatladığım dönemlerde oraya giderdim. Mavinin huzurunu dinginliğini yansıtır bana göre İzmir. Ankara gül rengidir. Biraz gri biraz kırmızı ve biraz da beyazın karışımıdır. Monotonluğuna, bürokrasinin fazlalığına ve tek düzeliğine rağmen hayatımın en güzel günlerini burada yaşadım.Kırmızı ve beyaz da burada devreye girer işte...

Geçen gün gazetede yeni çıkan kitaplara bakarken Elif Şafak geldi aklıma. En son hamilelik süresinde geçirdiği zor günleri anlatan "Siyah Süt"ü okumuştum. Kitabı geçen sene İtalya'ya Mobilya Fuarı'na giderken almıştım. Uçakta başlamıştım okumaya. Tüm yol boyu devam ettim. Otelden fuar alanına giderken geçen yarım saati onunla doldurdum. Hatta dönüşte Venedik-Slovenya arasındaki muhteşem yollarda otobüstekiler şakır şakır fotograf çekerken ben romanın içinde Elif Şafak'ın yanındaydım. Sonunda dönüş yolunda yine uçakta bitti kitap. O günleri hatırladım birden. Acaba ne zaman çıkacak yeni kitabı derken iki gün sonra kitap ekinin manşetini gördüm.

"Elif Şafak/ AŞK yarından itibaren okurlarıyla buluşuyor..."

Hemen internetten kitapyurdu.com'dan siparişini verdim. Sonunda siparişimden iki gün, kitabın piyasaya çıkışından bir gün sonra kitabımı elime aldım. Yine pazar günü, mutluluk köşemde başladım okumaya... Herkese tavsiye ederim...

İncik boncuk perde


Evime yeni bişeyler yapmayı çok severim. Özellikle evde bulunan ıvır zıvır fazlalıkları kullanarak yaptığım eşyalar benim için çok değerlidir. Elime geçen plastik, renkli kağıt, boncuk, ip, kurdela gibi şeyleri asla atmam. Bu sebeble evimin bir süre sonra çöp ev olacağına inanmaya başladım. Ailemde "Bunu Sena bir yerde kullanır" diyerek kopmuş ve bazı parçaları kaybolmuş kolye ve tesbihleri, eski boncuk çantaları ve benzeri bilimum eşyayı bana getirirler.

Bu boncuklu perdeyi de evde biriken envai çeşit boncuktan yaptım. Yeğenlerimin çocukken kullandıkları küçük çantaların boncukları, kopmuş kolye ve bileklikler, eskiyen ve artık evde istenmeyen boncuktan yapılan çiçekler mutfağımdaki mini fırının ve altındaki kalabalıklığı kapatan bir perde oldu.

6 Mart 2009 Cuma

Slumdog Millionaire...



Dün akşam Slumdog Millionare (Türkçesi Milyoner Varoş Köpeği) filmine gittim. Uzun zamandır izlediğim en iyi filmdi. Bence aldığı oscarları ve diğer ödülleri kesinlikle hakediyor. 2,5 saat sürmesine rağmen hiç sıkılmadım. Konusu hem fazla çalışılmamış orjinal bir konuydu hemde günceldi. Eften püften senaryolarla çekilen Amerikan filmlerinden sonra oldukça ektikeyici sahneleri vardı. Özellikle de ufaklıklara bayıldım. Bence büyüklerden daha başarılıydılar...

Yalnız tam film bitti derken, son kısımda klasik Hint filmlerindeki garip ve komik figürleriyle tüm film ekibi dans etmeye başladı. Bence o bölüm olmamalıydı. Filmin sonundaki aşıkların birleştiği duygusal sahne uçtu gitti Zaten sinema salonundan da -"Hayda bu ne şimdi" gibi sesler yükselmeye başladı. Demekki tek böyle düşünen ben değilmişim:))

4 Mart 2009 Çarşamba

Mutluluğun Resmi....


Herkesin mutlu olduğu, kendini huzurlu hissettiği bir yer vardır. Kimisi için burası mutfaktır, kimisi için ofisi, kimisi için tuvalet:)) Tabi bu durumu doğru yer, doğru zaman ve doğru kişi ilşkisi belirler. İşte benim için mutluluğun resmi;
1-Doğru mekan: Evim (Daha doğrusu salonum da pencerenin önü)
2-Doğru zaman:Pazar günü sabah 10-12 saatleri arası, güneşli ılık bir kış sabahı

Ayrıca yanımda bir bardak sıcak tavşan kanı çay, sessizlik, ve tabii ki masamda boncuklarım...

3 Mart 2009 Salı

Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem...


İşyerinde ofun sofun bilgisayar karşısında pinekliyorum. İşler kesat. Eh malum kriz var.Güneş bulutların arasında. Bir açıyor bir yağmur yağıyor. Tam "Bu nasıl gün, nasıl akşam olacak?" derken kapı çalıyor. Açıyorum kargocu çocuk.
-Sena hanıma bir kargo var..
-??? (içimden bana kargo ile ne gelmiş olabilir ki diye geçiriyorum.)
-Kimlik alabilir miyim?
-... (Koca çantanın içinden önce cüzdanı sonra kimliği bulup veriyorum.)

Çocuk elime kargo poşetini tutuşturup gidiyor. Üzerinde Mapa Mobilya etiketi var. Allah Allah bu ne olaki derken. Birden şimşekler çakıyor. İKEAAAAAAAA.... İkea'dan bir ay önce istemiş olduğum ama geleceğini hiç ummadığım 2009 katoloğum karşımda... Güneş yavaş yavaş bulutlardan sıyrılıp parlamaya başlıyor... Birden keyfim yerine geliyor. Gidip bir bardak çay alıyorum. Hatta bir bardakta yan odadaki iş arkadaşıma getiriyorum. Eh keyfim yerinde. İkea katoloğum gelmiş, birde güneş doğmuş... Daha ne isterim.

Hemen daha önce birçok kez internetten baktığım ürünleri birde yakından katologdan inceliyorum. Birkaç hafta önce kargo ile istediğim sallanan sandalyeyi, sehpayı ve kitaplığı tekrar inceliyorum... Değiştirmeyi düşündüğüm perdelerim için alternatifler arıyorum ama maalesef görmek yeterli olmuyor. Perde için dokunmak ve kumaşın dokusunu hissetmek gerek. Bir ara İstanbul'a gidersem İkea'ya uğramayı düşünüyorum ama pek mümkün gibi gözükmüyor..

Benim kadar İkea hastası var mıdır bilmem ama pekçok Ankara'lının ah keşke buraya da açılsa dediğine şahit oldum... Ancak Tepe grubunun buna müsaade edeceğinden de şüpheliyim. Belki de şimdiye kadar burada açılamasının sebebi budur. Ama yide de dört gözle bekliyorum ve İkea yetkililerine sesleniyorum...

İKEA ANKARA'YA DA AÇILSIIIIIIIIIIN...

2 Mart 2009 Pazartesi

Fark etmek...


Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.

Azrailin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Hayvanarın yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli..
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı..

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde kedi,köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan.....
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarın meçhuldür...

O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür...
(Can Yücel)


Birkaç gündür içimde sebebini bilemediğim bir sıkıntı vardı. Gerçi hala geçmiş değil. Ama yinede, farkında olmak lazım yaşadığımız güzel dünyanın ve sahip olduklarımızın...