26 Nisan 2010 Pazartesi

Konserimiz vaaarrrr!!!!



Nihayet konser gününe yaklaştık. Hatta iki gün kaldı diyebilirim. Bak şimdi heyecanmaya başladım. Eylül ayından beri çalıştığımız şarkılarla konser vereceğiz. Şefimiz TRT Ankara Radyosu'nun önemli seslerinden ve değerli şeflerinden Vedat Kaptan Yurdakul. Bizler de Botaş Türk Sanat Müziği Korosu'nun nacizane koristleri ve solistleriyiz. Bendeniz de solistlerden biriyim:)) Hem beni hem arkadaşlarımı yalnız bırakmayacak herkese şimdiden çook çook teşekkürler.

Ilık bir bahar akşamında  keyifli  bir konser seyretmek isteyen herkesi bekliyoruz.


Tarih: 28 Nisan 2010, Çarşamba
Yer: Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi
Saat:19.30

Konserimiz ücretsizdir.


resim için kaynak

20 Nisan 2010 Salı

Süpermen Türk olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı


Bu başlık bir kitaba ait. Hemde Ahmet Şerif İzgören'in son yazdığı kişisel, toplumsal gelişim adına yapılması gerekenleri anlattığı muhteşem bir kitaba. Elma Yayınevi'nin müdavimlerinden biri olarak kitabı yayınlandığı tarihlerde satın aldım. Ama ancak birkaç gün önce elime alma fırsatım oldu. Şerif Hoca'nın diğer kitapları gibi elime aldım ve bir daha bırakamadım. Kâh kahkahalar atarak, kâh gözlerim dolarak okudum kitabı. Bizim hikayemizi, bizden örnekler vererek anlatıyor Şerif Hoca... Yaptığımız hataları, doğruları, içimizdeki iyi insanları anlatıyor. Bence bu kitabı herkesin okuması gerek. Özellikle başımızdaki büyüklerin!!!



İlk defa ODTÜ'de tez yazarken tanıştım onun kitaplarıyla. Konum renkler olunca bir arkadaşım Şerif Hocanın "Dikkat Vücudunuz  Konuşuyor" adlı kitabını önerdi. Okudum bayıldım. Meğer konuşma tonumuz, duruşumuz, otururken pozisyonumuz ne kadar önemliymiş. Tesadüfen babamda okudu. O da çok sevdi, üniversitede kendi öğrencilerine hediye etti. Sonra A. Şerif İzgören'in seminerlerini takip etmeye başladım. Bilkent, Hacettepe, Odtü... Şerif Hoca nerde ben orda...


Birgün İstanbul'a giderken Ulusoy'da "Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır" kitabını gördüm. O güne kadar yolculukta pek kitap okuyamazdım. Ama Hortumlu kitap o gece bitti. Nerdeyse yolculuğun bitmesini istemedim. Sonra o kitap benim başucu kitabım oldu. İnsanın hayatını gözden geçirip aslında ne yapmak istediğini ve şuanda ne yaptığını sorgulatan süper bir kitap.  İçim sıkıldığımda açıp onu okudum. Arkadaşlarıma hediye ettim. Bence "Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır" ilk ve ortaokulda okutulmalı çocuklara. Sırt kitabın adının hikayesi için bile okunur kitap:))

Yıllar sonra bir kezde 30 kişiyle beraber "Yönetim Becerileri" eğitimine katıldım. Muhteşemdi. Ülkesini bu kadar seven insana az rastlanır herhalde. Sırf Türkiye sevgisi ve hizmet bilinciyle Uğur Böcekleri Projesi kapsamında eğittiği gençlerle beraber Türkiyenin en ücra köşelerindeki köy okullarına, hapishanelere, hastanelere, Çocuk Esirgeme Kurumlarına ücretsiz eğitimler veriyor. Kimini hayata hazırlamak, kimini yeniden kazanmak için  mücadele etmeyi, inanmayı, dürüstüğü, ülke sevgisini, iş ahlakını, hoşgörüyü  anlatıyor. Biraz konuşma becerim olsaydı Uğur böceklerine katılmak için bir dakika durmazdım.

Lütfen Ahmet Şerif İzgörenin en az bir kitabını okuyun. Çevrenizdeki gençlere hediye edin onlarda okusunlar. Belki birilerinin hayatı değişir. Belli mi olur:)

Şehirli saat




Şehir temalı çalışmalara devam. Bu saati yine seramikten yaptım. Rakamlar yok. Yalnızca küçüklü büyüklü yeni eski evleri, ormanı, meyve ağaçları ve arabalarıyla küçük bir şehir var saatin çevresinde.
Yalnız ilk olduğu için bazı aksaklıklar oldu maalesef. Mesela saatin mekanizma kısmının konulacağı kısmı çok kalın yapmışım. Dolayısıyla akrep ve yelkovanın rahat hareket edebilmesi için boyanmış tablanın arkasından jet taşı ile biraz inceltmek gerekti. Bu işi işyerinden bir arkadaşım yaptı.Sonya boyanmış verniklenmiş plakayı tekrar boyadım, vernikledim. Uygun akrep ve yelkovan için evdeki bir saati bozmam gerekti. Bir sonraki saat çalışmasında bunları da düşüneceğim.

Son olarak hem ortadaki plakayı hem kenardaki evleri, ağaçları tutacak bir plakaya ihtiyacım vardı. Şeffaf  yuvarlak bir parça pleksi kestirdim Ayrıca pleksi üzerine kumlu dekor folyoları kullanarak bulutlarda yaptım. Televizyonumun üzerine baş köşeye astım saatimi...

Sonuç resimlerde gördüğünüz gibi oldu:)

17 Nisan 2010 Cumartesi

Lüften yani:))


Bu sabah mail kutuma düşen bi fıkra... Çok beğendim. Paylaşayım dedim:) Herkese mutlu haftasonları....


Sicilya'nın bir kasabası varmış ki kadınları hiç rahat durmaz, ikide bir kocalarını aldatırlarmış.

Kasabanın yaşlı papazı kocasını boynuzladıktan sonra doğru günah çıkartmaya gelen bu kadınlardan bıkmış.Yine birgün
'Papaz efendi şeytana uyup kocamı aldattım. ' diyerek karşısına geçip günah çıkartmak istediklerinde papaz sinirlenmiş ve
'Ayıptır günahtır, boyuna kocamı aldattım diye geliyorsunuz, bari ayağım taşa takıldı deyin ben anlarım…' demiş.

Kadınların da işine geldiği için artık kimse kocamı boynuzladım demez 'papaz efendi ayağım taşa takıldı' diyerek konuyu açarlarmış… Derken yaşlı papaz ölmüş yerine bir başka papaz gelmiş ve bakmış ki kasabanın kadınları aşırı derecede namuslu. Taşa takılıp düştüklerinde oraları buraları açılıyor diye günah çıkartmak istiyorlar…

Doğru belediye başkanına gidip durumu anlatmış ve derhal kaldırımların düzgün olarak onarılmasını istemiş ama duruma vakıf olan başkan katılırcasına gülmeye başlayınca papaz şaşırmış ve şöyle demiş :

'Sayın başkan gülüyorsunuz ama en çok da sizin eşiniz taşa takılıyor… Lütfen yani…'



Dire Straits - Walk Of Life

Fotograf benden; Milano, Nisan 2006

15 Nisan 2010 Perşembe

Çok mu şey istiyorum...


Sıcak yaz günü,
Akşamüstü esintisi,
Eski bir taş ev,
Mavi panjurlar,
Kalın Duvarlar,
Çiçek işlemeli Şile bezi beyaz perdeler,
Pencerede mavi beyaz tenekeler,
Tenekelerde sardunyalar,
Açık mutfak kapısı,
Kapıda dalgalanan renkli ahşap boncuklu sineklik,
Kapının üstünde sallanan rüzgar gülü,
Duvara dayalı kırmızı bisiklet,
Bahçede ayağı aksayan eski tahta masa,
Masanın üstünde elişi beyaz masa örtüsü,
Onun üstünde kırmızı saksıda fesleğen,
Eski iki tahta sandalye,
Sandalyede uyuyan anne kedi ve minik yavrusu,
Bahçede iki kalın kayısı ağacı,
İki ağaç arasına hamak,
Hamakta gözleri kapalı ben,
Kulaklarımda uzaktan gelen dalga sesleri,
Burnumda fesleğen kokusu,
Tenimde rüzgarın dokunuşu...

                                        

Zorba The Greek

Resim: Flickr

Japon Evleri


Bu evlerinde ilhamı Japonlardan...  Evimin renklerine uysun diye kırmızıya boyadım.  Ön duvarlarına ağaç motifleri çizdim. Vernikledim. Pencerelerine çilekli perdeler taktım. İçlerine küçük ampuller yerleştirdim. Altları boş. İstenirse lamba yerine mumlarda konabilir. Böylece balkon bahçe gibi yerlerde de kullanılabilir. Yine lamba oldular. Evde lambadan adım atacak yer kalmadı:))





Billy Joel - Piano Man

14 Nisan 2010 Çarşamba

Büyükada Evi


" Norveçli Stein-Gunnar Sommerset, yaşamak için İstanbul’u seçen yüzlerce Avrupalıdan biri. Ancak onu diğerlerinden farklı kılan, İstanbul’daki seçimleri. Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ını iki kez okuduktan sonra çok etkilenen ve Türk kültürünü keşfetmek üzere yola çıkan Sommerset’i İstanbul’a asıl çeken tarihi evlere olan merakı. İstanbul’daki eski ahşap binaları ve bu binaların kaderlerine terk edildiğini görünce “Bunlardan en azından bazılarını kurtarmalıyım” diye düşünen Sommerset, 2005’te biri Büyükada’da, ikisi Süleymaniye’de 3 tane, 100 küsur yıllık ahşap ev satın almış. Beş yıldır bu evlerin restorasyonuyla uğraşan Sommerset, bugüne dek evlerin restorasyonuna 100 bin liradan fazla harcamış."

İşte beni çeken ve bu evi yapmama neden olan şey milliyet'te okuduğum bu yazı ve üzerindeki küçük fotograftı. Restore edilen evi çok beğendim bende seramikle aynısını yapmaya karar verdim. Ben bu aralar çok sevdiğim yeşil ve yeşilin tonlarını tercih ettim. Yalı baskılarının uçlarına ışık vermek için biraz yaldız attım. Pencerelerine perdeler yaptım. Bir ara boş vaktimde  panjurlarda ilave edeceğim.





Quin Tango

12 Nisan 2010 Pazartesi

Alışveriş İşkencesi

Haftasonu alışverişe gitmekten nefret ediyorum. Çok mecbur kalmadıkça özellikle saat 12'den sonra büyük marketlere gitmiyorum. Haftaiçi akşamları yada pazar sabahları gidip kalabalıklaşmadan yada firma hostesleri işbaşı yapmadan işimi halletmek çok iyi oluyor. Ama maalesef bu haftasonu geç kalmıştım. Alışveriş yapmam şart olmuştu. Saat 3 gibi Real'e gittim.

Alışveriş listem elimde, kalabalıkta diğer alışveriş arabalarına makas atarak ilerliyorum raflar arasında. Şampuan almam lazım.  Tam bakınıyorum, yanıma 32 dişi görünen cart sesli bir kız yaklaşıyor.
-İyi günler efendim, Filanca şampuanımızı denemek ister misiniz?
-Yok teşekkür ederim ben Falanca kullanıyorum. deyip dönüyorum. Ama o inatçı çıkıyor.
-Ama filanca şampuanımızın şöyle şöyle şöyle özellikleri var. Ben yinede size bir küçük numune vereyim bir deneyin. diyor. Mecburen kabul ediyorum. Yoksa peşimi bırakmayacak belli. Tam gidecekken;
-İsminiz ve telefonunuz lütfeen!! diye sırıtıyor. İsmimi veriyorum ama telefonumu vermek istemediğimi söylüyorumm. Sonunda peşimi bırakıyor. Tabana kuvvet uzaklaşıyorum.

Yoğurt reyonuna yaklaşıyorum. Her zaman aldığım markaya elimi uzatırken bir başka cırtlak sesli sırıtan surat yaklaşıyor:
-İyi günlerrrr hanımefendi, filanca yoğurdumuz bugün indirimli.
-Yok istemiyorum.
-Ama filanca markadan iki adet alırsanız bu şık ve kullanışlı  kaseyi hediye ediyoruz.
-Yok ben istemiyorumm. teşekkürler... Hızla istediğim yoğurdu alıp topukluyorum.

Bu arada bir kez bir yumuşatıcı markası hostesi, bir kez de bir peynir markası hostesi tarafından durduruluyorum.  Hızla meyve reyonuna giderken aralara girmemeye karar veriyorum. Tam oh rahatladım derken birden gözümün önüne kürdana geçirilmiş kızarmış sucuk uzatılıyor.
-Buyrun hanfendi, filan feşmekan markalı sucuklarımızdan bir tane tatmak istemez misiniz??
-Hayır rejim yapıyorumm.
-Olsun bi taneden bişey olmaz.
-hııh??

Nihayet alacaklarımı tamamlayıp kasadaki uzun kuyruğa doğru yollanıyorum. Bir alışveriş gününü daha kapattığım için mutluyum. Bir daha asla pazar günü alışverişe çıkmamaya yemin ediyorum....

Anlatılmaz izlenir...


Cumartesi günü "Ankara Müzik Festivali" kapsamındaki konserlerden birine Igudesman ve Joo'nun  konserine gittim.  Gösterinin  adı "A Little Nightmare Music" di. Bu ikiliyi aylar önce facebookta izlemiştim. O zaman  -Niye böyle gösteriler Türkiye'ye Ankara'ya gelmez diye hayıflanmıştım. Çok istemişim demek ki, isimlerini görünce  biletimi gösteriden iki hafta önce aldım ve tam anlamıyla gün saydım diyebilirim. Sonunda büyük gün geldi.  Muhteşem bir gösteriydi. O kadar sevimlilerdi ki. Mozart da çaldılar James Bond da, Firank Sinatra da. Özellikle I will survive ve All my myself  yorumları muhteşemdi.1,5 saat su gibi geçti. Konser sonunda DVD'lerini imzalatabilen şanslı grubun içindeydim. Fotograflarını çekmeye çalıştım ama o kadar kalabalıktı pek başarılı olamadım.

Facebookta tekrar aradım o videoyu bulamadım. Ama internetten Igudesman ve Joo videoları buldum. Çocuklara, klasik müzik sevmeyenlere mutlaka onları izletin. İnanın kimse onlara kayıtsız kalamaz.

İşte bulabildiğim bir kaç video;

"A little Nightmare Music"

"I will survive"

"All by myself"

"Alla Molto Turca"

7 Nisan 2010 Çarşamba

Garip Rüya...

Benim rüyalarım genellikle aksiyon filmlerine benzer. Genellikle birileri tarafından kovalanırım. Bütün gece koşar dururum. Biraz hızlı koşmayı başarırsam, birazda istersem hemen uçabilirim. En çok ağaçların üst dallarına ve evlerin damlarına tünemeyi severim. Benim rüyalarım arkası yarın gibidir. Gece uyansamda tekrar uyuduğumda aksiyon kaldığı yerden devam eder. Bu durum bir psikolojik rahatsızlık göstergesi mi, çok film  izlediğimden mi yoksa annemin dediği gibi popomun açık kalmasından mıdır bilmem, ama bazı sabahlar rüyada koşturmaktan yorgun uyandığımı bilirim.

Gün gece aksiyon, macera, korku, fantastik bilim kurgu karışımı enteresan bir rüya gördüm. Hadi gündüz niyetine anlatayım;
Rüyamda, (güya) çalıştığımız işyerinin binası "Black Smoke" (Lost izleyenler bilir. Oradaki Siyah Duman) benzeri bir yaratık-insan tarafından istila edilmişti.(Eveeet çok Lost izliyorum biliyorum:) Benimle beraber binada mahsur kalan insanlarla bağrış çağrış bi aşağı bi yukarı koşturup black smoke'dan kaçmaya çalışıyorduk. Bizim black smoke Lost'dakinden biraz daha içli olacak ki, hakkında söylenen kötü sözlere hiç dayanamıyor, yakaladığını başka bir boyuta yada şehre ışınlıyordu. (Rüyamın fantastik -bilim kurgu olduğunu söylemiştim). Bende yakalandım. Beni  İstanbul'a ışınladı sağolsun. Uzun zamandır gitmiyordum iyi oldu.
Biraz gezdim dolandım, sonraa hooop yine Ankara'ya getirdi. (Otobüs parası yok, yollarda zaman kaybetmek yok. Böyle seyahati kim sevmez:)
Sevgili black smoke'cuğum beni tekrar işyerime ışınladığında Nurus'un (Bilmeyenler için Türkiye'nin en büyük ve en iyi ofis mobilyaları üreten firması) patronu Gürhan Gökyay ve kardeşi şirketteydi. Onlarla konuşurken ayaküstü bir dolap çizittirdim. Hayran kaldılar.(Rüya tabbi olacak o kadar) Eskiden mobilya tasarımı ile uğraştığımı söyleyince tekrar eski işime dönmem konusunda israr ettiler. Hatta istersem Nurus'ta çalışabileceğimi de söylediler.  Ben tam kabul edecekken maalesef saat çaldı, uyandım.
Korkuyla başlayan rüyam mutlu sonla bitti. Bu sebepten olacak hala etkisindeyim:))

5 Nisan 2010 Pazartesi

Eğlenceli bir haftasonu...

Haftasonu Aygenciğim Ankara'daydı. Cumartesi günü Ostim'den Elvankent'e ulaşmak için yaptığım 1,5 saatlik maceralı bir yolculuktan sonra birbirimize kavuştuk. Önce Tunalı Hilmi caddesinin cumartesi kalabalığı içinde biraz dolaştık. Bende uzun zamandır  Tunalı'ya inmemiştim.Bu yürüyüş çok iyi geldi. Sonra Hacı Arif Bey'in değişen, yenilenen bahçesinde yemek yedik. Arkadaşımla eski günlerimizi yurt maceralarımızı hatırladık, konuştuk, güldük. Sonrasında Bahçeli 7. caddeye gittik. Güzel cumartesi gününün tadını çıkarmak isteyenler 7. caddeyi'de doldurmuştu. Tüm kaldırımlar, kafeler, pastaneler doluydu. Son olarak üniversiteden tanıdığımız eski arkadaşlarımız Banu ve Ongun'un evlerine gittik. Çok keyifli bir akşamdı. Pazar günü Çengelhan'ın huzurlu tarihi atmosferi içinde, Vehbi Koç'un ilk dükkanının hemen önünde  Divan'da  süper bir kahvaltı yaptık.

Daha sonra müzenin Bodrum katında Henry Kupjack'ın minyatür odalar sergisini gezdik. Gerçeğinin 1/12 ölçeğinde küçültülerek yapılan oda maketleri içinde benim en çok beğendiğim tiyatro kulisiydi.

 Aygenin şansına o gün tam bahar vardı. Kahvaltıdan sonra kaleye doğru kısa bir yürüyüş yaptık. O dar sokakları, sokaklarda oynayan çocukları çok özlemişim. Bol bol fotograf çektik.


 Havada bahar kokusu olunca gezmeye, yürümeye doyamadık. Kendimizi Eymir Gölüne attık.Leyla Serhat ve birkaç arkadaşımızda bize eşlik ettiler.  Göl kenarında uzun ama eğlenceli bir yürüyüşün ardından mis gibi ekmek arası balık ziyafeti çektik.


Pazar günü de böylece bitti.  Aygen'ciğimi İstanbul'a uğurladık. Biz ne Ankara'ya erken gelen bahara ne birbirimize doyabildik. Tadı damağımızda kaldı. Ama Mayıs Festivalinde tekrar buluşmaya karar verdik.