11 Haziran 2010 Cuma

Konsersiz turne...


Geçen hafta Botaş ekibi ile birlikte Adana Ceyhan ve Hatay Dörtyol'da ki Botaş tesislerinde  konser vermek için Adana'ya gittik. Cuma sabahı kurumun tahsis ettiği otobüsle yola çıktık. 10. dakikadan itibaren, arka koltuklara yerleşen grubun haşarı üyeleri hareketlenmeye başladı. Darbuka ve ud kılıflarından çıktı. Eller hareketlendi.  Bende bir gün önce D&R internet sitesinden sipariş ettiğim Jean Christophe Grange'ın Ölü Ruhlar Ormanı'nı  çıkardım. Herkes ilk başta bana deli gözüyle baktı ama sonra bu gürültüde hala kitap okuyabildiğim için beni tekrik ettiler.  2 saat sonra otobüsün arka sıraları tamamen ayaktaydı.



Şarkılar türküler arasında bir ara halay da çekildi. Otobüste ne kadar halay çekilebilirse o kadar tabii ki. Bol molalı, sazlı sözlü eğlene eğlene Tuz Gölü'nden geçtik. Kitapta katil 2. cinayetini işledikten ve arkadakiler halayını bitirdikten sonra Aksaray'ın ilerisinde Sus-ka Restoran'da mola verdik. Yediğim en güzel ızgara et buradaydı.

Tuz gölü

Yemek molamızın ardından ancak 1 saat gitmiştik ki kötü bir haber aldık. Bizim önümüzde bizden bir saat önce yola çıkan 3 arabalık bir ekip daha vardı. Arabanın birinde kurumun daire başkanlarından biri ailesiyle beraber Adana'ya gidiyordu. İşte bu araba yolda aniden önüne çıkan bir teneke parçasından kurtulmaya çalışırken şarampole yuvarlanmış. Aşırı hızlı araç 8 takla attıktan sonra engebeli arazideki tepelerden birine çarpıp durabilmiş. Arkadan gelen araç kazayı görmese çok zor fark edilebilecek bir noktada  kalmış. Hemen bize de haber verdiler. 15 dakika sonra kaza mahalindeydik. Çok şükür ki ölen yoktu ancak 20 yaşındaki genç kız ve 12 yaşındaki oğlanın durumları kötüydü. Anne ve baba şoktaydı. Araba tanınmayacak hale gelmişti. Polis ekipleri ve ambulanslar gelmişti. Bizimkilerinde yardımıyla yaralılar ambülanslara taşındı. Arabanın içinde sağlam kalan ve etrafa saçılan değerli eşyalar toplandı. Yaralıları acil hastanelere gönderdikten sonra bizde otobüsümüzle Ceyhan'da kalacağımız Botaş tesislerine doğru yola çıktık. Birkaç saat önceki halimizden eser kalmamıştı. Hepimiz gördüklerimizin şokuyla sus pus olmuştuk.  Bütün yol boyu yaralılarla beraber giden arkadaşlarımıza ulaşmaya, onlardan haber almaya çalıştık.
Akşam misafirhanedeki odalarımıza yerleşip yemeğe indiğimizde konserin iptal olduğunu öğrendik. Böyle bir kazanın ardından insanlar hastanede canıyla uğraşırken bizim konser vermemiz olmazdı. Çok şükür ki yaralıların sonuçları iyi geldi. Düşündüğümüz kadar kötü değillerdi. Ama bir süre daha hastanede kalmaları gerekecekti.

Konser iptal edilse de otobüsler odalar ayarlandığı için ancak pazar günü yola çıkabilecektik. Bizde bulunduğumuz yerin keyfini çıkarmaya başladık. Botaş'ın Adana Ceyhan tesisleri,  Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının hemen yanında denizin kenasında ormanlık bir alanın içinde kurulmuş. Sabah Leyla'yla ilk işimiz deniz kıyısına inmek oldu. Misafirhaneden sahile 100e yakın basamak inerek ulaşabildik.


Yazın sezonda kamp olarakta kullanılan tesislerde oldukça geniş bir sahil, şemsiyeleri, sezlongları ve sahil restoranıyla herşey vardı. Sabah deniz çok sakin ve dalgasız olması rağmen kahvaltıdan sonra rüzgarla beraber dalgalanmaya başladı. Yine de hava çok güzeldi. Biraz deniz molasından sonra şezlonglara yayılıp dinlendik. Bende tüm gün kitabıma devam ettim.



Aralarda yürüyüş yaptım, kıyıdan bol bol deniz kabuğu topladım. O kadar çoklardı ki, sanki taştan çok kabuk vardı. Akşama ben rüzgardan, kitaptaki kadın yargıç Korowa yakın arkadaşının ölümünden perişan olarak odalarımıza döndük. Akşam yemeğini bütün ekip beraber yedik.


Ertesi gün Ankara'ya dönüş yolunda Hayat suyun kaynağına, dağların arasında bulunan Şeker Pınarı'na uğradık. Çağıldayan suyun serinliği bize kadar geliyordu. Kaynağın aktığı dere üzerine yapılmış çay bahçesinde birer çay içtik. Yolumuza yine şarkılarla devam ettik. Gelişimize göre daha sakindik. Birkaç moladan sonra saat 8'de Ankara'ya vardığımızda yağmur yeni durmuş, kitapta yargıç Korowa Nikaragua'ya doğru yola düşmüştü.


Ankara'da yağmur, sular seller gibi akarken biz Adana'da deniz kıyısında bir günlük tatil yaptık. Turnemiz konsersiz ama eğlenceli oldu. Seneye "konserli"sini yapacağımızı düşünerek ayıldık.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Hayat bu işte...


Ben söylemiştim... Şehr-i Hüzün albümünü ilk dinlediğim zamandı. Keşke bu sene eurovisiona maNga katılsa demiştim. Hatta onlar katılsa kesin ilk üçe girerler demiştim. O zamanlar Emre Aydın'ın adı vardı daha. maNga'dan bahseden yoktu. Ama maNga Avrupa'dan ödülle gelince temsilcimiz belli oldu. Bir müzisyen "eurovision değil komşuvisiondur" demiş.  Kesinlikle katılıyorum. Ancak gerçekten iyi şarkılar komşu puanlarını aşabiliyor galiba. maNga'yı tebrik ediyor ve albümden sevdiğin bir şarkılarını ekliyorum....