22 Şubat 2010 Pazartesi

Bu ev de minik kuşlar için


Bizim için o kadar ev yaptıktan sonra kuşlara da bir ev yapmak lazım değil mi? Onları da unutmadım tabii.

Bu şirin evde onlar için. Tabiki kendi evimin konseptine uygun olarak kırmızı ve beyaz oldu ev. Havalar biraz daha düzelsin balkona asacağım onu ve minik misafirler ağırlayacağım. Bakalım burada ilk kim konaklayacak. Dört gözle bekliyorum yazı. Kalabalık olurlarsa bir ev daha yaparım yanına. Rahat rahat otururlar içinde:))


Deniz Feneri

Tam deniz fenerimin yazısını yazıyordum ki  Marifetli Peri'den Alaçatı evine yorum geldi. Çook mutlu oldum. Deniz Fenerini sormuş:)) Bekletmeden hemen boyanmış verniklenmiş fenerimin resimlerini yayınlıyorum. Bu fenerden sonra bizim kursta da fener meraklıları arttı. Önce Tuğba, şimdi de Zeynep deniz feneri yapıyorlar. Bu arada bende iki tane sipariş aldım bunlardan:))

Bakalım diğerlerini aynı ölçekte yapabilecek miyim?

Fenerimin korkulukları kürdan, trabzanı panjur için aldığım ahşap plakalardan...

İşte resimleri:


 

Bodrum Evii

İlk patlayan evimin üzüntüsüyle başlayıp 3 haftada tamamladığım evim fırından sağlam çıktı. Onuda bir Bodrum evi niyetiyle yapmaya başlamıştım. Bodrum evinde çıkmalar pek olmaz ama idare edin naapalım.:)

Bu evde de diğeri gibi duvarlar beyaz, pencere kenarları mavi, çatı kırmızı. Panjurları ahşaptan. Pergolası Starbucks kaşıklarından:)) Pencerelerde  perdeler yarım ve fistolu. İçinde mum yanınca oldukça sevimli duruyor.

İşte bu evin resimleri:


 


 

Alaçatı Evi...

Ne kadar uzun zaman olmuş bloguma yazmayalı. Üşengeçliğimden değil yoğunluktan yazamadım bu sefer. Oldukça yoğun iki hafta geçirdim. Önce annemlerle beraber yiğenlerimi İstanbul'a yolladım. Sonra ablam gitti. Kuzenim geldi gitti. Son olarak bu hafta anneannem ve büyükbabamı ağırladık. Arada Ankara Jazz Festivalinde Yıldız İbrahimova'yı dinledim. Ertesi gün Türk Sanat Müziği Koro seçmelerimiz vardı. Jazz ertesi klasik müziğe alışmak biraz zor oldu. Bir de Haluk Bilginer'in "7 Şekspir Müzikali" eklenince tüm müzik türleri kafamda çorbaya döndü ama neyseki bünye sağlam... Haluk Bilginer birkez daha beni büyüledi. Yıllar önce üniversite de izlemiştim bir oyununu. Hala unutamam. Bu müzikal de muhteşemdi. İnsanın 7 çağını Şekspir'in sözleri Tolga Çebi'nin müziği eşliğinde anlatan bir şölendi. İnsan  hem 3 yaşında bebeği hem 80 yaşında ihtiyarı nasıl bu kadar güzel oynayabilir. Muhteşem bir oyuncu... Bir pazarda ebeşuar takımı ile birlikte Eymir turu yaptık. Muhteşem havada balık ekmek keyfi çok iyi geldi.

Vee bunların arasında en zevk aldığım işi, fırınlanmış işlerimi boyadım. Bu sefer fırın bize bir azizlik yapmadı. Tüm işlerimiz hatasız çıktı. Hiç patlayan olmamış Ne güzel:)) Bende vakit bulabildiğimde onları boyadım. Şimdi onları yayınlamaya başlıyorumm.
İşte ilki:

Biricik Alaçatı evim. Bu evi yaz tatilinde Alaçatı'da gördüğüm ve hayran olduğum evlerden esinlenerek yapmıştım. Ama ilk fırında bir duvarı patlamıştı. İlk başta çok üzüldüm. Çöpe atmaya niyetlendim içim elvermedi. Aylarca kursta dolaplardan birinin içinde tıkılı durdu. Sonra bu eve benzer bir ev daha yaptım. O fırından sağlam çıktı. Bunu da onunla beraber eve getirdim. Boya malzemesi alırken Office1 Superstore'da  hava ile temas edince kurulan beyaz bir hamur buldum. Alıp denemeye karar verdim. Biraz uğraştırdı ama patlayan duvarı onarmayı başardım. Eskisi gibi pürüzsüz olmadı tabii. Ama hiç yoktan iyidir değil mi?

Duvar tamiri bitince boyamaya başladım. Duvarlar beyaz, pencere kenarları mavi oldu. Kiremitler de kırmızıya boyanınca evim tamamlandı. Sonra evdeki kalın kurdele ve kumaşlardan pencerelerime perdeler yaptım. Maket yapılan yumuşak ahşap plakalardan panjurlar ekledim. Giriş katındaki geniş pencerelere pergola yaptım. Kopan bahçe duvarını onardım. Birde sandalye yaptım verandaya...

Böylece evi tamamladım. İşte resimleri:


Bunlar boyanmadam önceki halleri;


tamir edilmiş duvar ve pencereler;


 


 

5 Şubat 2010 Cuma

Bugün benim doğumgünümmm

Bugün benim doğumgünüm!

Kaç yaşıma mı bastım, hadi söyleyeyim 34!! Çocukluğumda anneme ne zaman yaşını sorsan "-Ben 25 yaşındayım" derdi. Neden gerçek yaşını söylemediğini anlamazdım. Büyük olmak güzel bişey değil miydi? Sonuçta ben bir an önce büyüyüp annem gibi olmak istiyordum. Keşke acele etmeseymişim:)

Geçenlerde anneme yine sordum.Gülerek aynı cevabı verdi. En küçük kızı bile 25 yaşını çoktan geçmişti. Ama şimdi onu daha iyi anlıyorum. İnsan en sevdiği kendini en iyi, en dinç hissettiği yaşta kalmak istiyor galiba. Yine de yolun yarısına 1 sene kalmış olsa da ben yaşımdan memnunum.

İlk kutlamayı dün akşam seramik arkadaşlarımla beraber yaptık. Bengicim hatırlamış, gelirken nefis bir cheesecake le beraber gelmiş.  Hem çalıştık hem pasta yedik. Bugün sabah bilgisayarımı açar açmaz arkadaşlarımdan kutlama mesajları düştü posta kutuma. İkisi Amerika'daki arkadaşlarımdan. Biraz önce Aygenciğim aradı. Annem, ablam, Leyla günler öncesinden doğum günü hediyelerimi verdiler. Ne güzeell:)) Ben çok şanslıyım. Ailem arkadaşlarım yanımdalar. Herkese çook çok teşekkür ediyorum. Hem onlara hem kendime çok güzel bir şarkı hediye ediyorum:))



Kenan Doğulu, Rüzgar

Resim için kaynak: http://www.freedigitalphotos.net/

4 Şubat 2010 Perşembe

Yağmur yağarsa...


Salı akşamı tiyatro gecemizdi. Konya'dan tatile gelen ablam, Leyla, Serhat ve ben, Ankara Devlet Tiyatrosu'nun "Gizler Çarşısı" na gittik.Uğur Çavuşoğlu'nu çok sevdiğimden, bu oyunda onun oynadığını duyar duymaz bilet almıştım. Oyun konu itibariyle biraz sıkıcı ve benim için fazla sanatsaldı.  Ancak sahne ve dekor kullanımı oldukça iyiydi. Saat 10.30 da tiyatrodan çıktığımızda şakır şakır yağmur yağıyordu. Bilkente geldiğimizde yağmurun daha şiddetlendiğini gördüm. "-İnşallah benim evi su basmamıştır." dedim ablama. Şom ağızlı olmak böyle bişey herhalde. Evimin  14. katta olması su basmasına engel değil maalesef. En üst katta oturmak da en az zemin katta oturmak kadar tehlikeli olabiliyor. Hele de pencereleriniz  benimkiler kadar eski ise...

Eve çıktığımızda hemen yatak odasına koştum. Korktuğum başıma gelmek üzereydi. Pencerenin denizliği adına uygun olarak küçük bir deniz halini almıştı. Denizlikten taşan yağmur suları yerde küçük bir göl oluşturmaya başlamıştı. Hemen ellerimizde bez ve kova ile denizliğin suyunu almaya giriştik. Biz odadan odaya perncereden pencereye koştururken yağmurda bize inat arttı. İki oda ve salonun camlarının pervazlarından açılan birleşim yerlerinden  sızan sulara yetişemiyorduk. Bir ara bez almak için mutfağa gittim. Tezgahın üzerine şıkır şıkır su damlıyordu. Üstte ki dolaplarının altından bi yerden su sızıyordu. Allahım bu şaka olmalı. Pencereleri anladım da bu ne şimdi. Bu su nereden geliyor? Hani gecenin körü olmasa kapıcıyı çağıracağım.  Tezgahın üzerine de bir  kap koyup içeri koştum.

Aklına silikon geldi. Aslında çok önceden yapmam lazımdı. Ama üşengeçliğimden yapmamıştım. Bu eziyeti çekmeye müstehaktım şimdi. Ama başka çare yok. Soğuk silikonla akan yerleri kapattım. Akıntı tamamen kesilmese de azaldı.  Gece 1.00 civarında silikonlama işi bitti. Yağmur da sanki insafa gelmiş gibi yavaşladı, sonra kesildi. Ablamla beraber pencere pencere gezmekten yorulmuş olacağız ki sızıp  kalmışız.

Bu pazar ilk iş eksik kalan yerlere silikon çekeceğim ve yaza da pencereleri değiştiriceğim. Ama mutfak dolaplarının arasından sızan su hakkında ne yapacağımı bilmiyorum.