20 Temmuz 2009 Pazartesi

Rengahenk...

Bir blog keşfettim bugün. Adı "Sayı Kırmızı Şeyler". Logolar, şeker cips paketleri içinde sarı ve kırmızı olan herşeyin resimleri var blogda. Galatasaraylı arkadaşların hazırladığı bir blog. Düşünce çok güzel. Tam bana göre. Bende bulduğum renkli fotografları ekleyeceğim bundan sonra bloguma. İşte başlıyoruz:
Burası Mısır çarşısı
Safranbolu'dan
Kapalı Çarşı'dan bir kare
Şirince'den Nazarlıklar


Aliş ve Zeliş

Odamda oturuyorum. Sabah saat 9.00... Uykuluyum hala. Uyanamamışım. Bişeyler yapasım var ama ne yapsam. İş yeri burası.Öyle şövalyelerle girişip tablolar yapamam ya. Faturaların arkasından çıkan kartonlar ilişiyor gözüme. Çöpçüyüm malum. Hiçbirşeyi atmam. O kartonları da biryerde kullanırım diye biriktirmişim. Önce bir küp yapıyorum kartondan. Oldum olası severim köşeli şekilleri. Çocukluğumda da yapardım. Bir süre oynuyorum onunla. Sonra gözler, burun ve gülümseyen surat ekliyorum. Kalemlerle ataçların arasına koyuyorum. Arasıra bakıyorum hep gülümsüyor. Bende gülümsüyorum. Kare suratın birde vücudu olsa nasıl olur diyorum. Bir büyük küp daha yapıyorum. Sonra bacaklar, kollar, ayaklar ve kulaklar. İşte oldu. Birazdan yürüyecek sanki. Bilgisayarımın yanında duruyor şimdi. Ne zaman dönsem bakıyor bana. Ama biraz hüzünlü. Gece olunca düşünüyorum. Yalnız kalmasın benim gibi. Bi arkadaşı olsun. Yarın sabah yanına bir kare surat daha ekleyeyim diyorum. Nasıl yapacağımı planlıyorum. Ertesi gün gelir gelmez başlıyorum kare süratlı arkadaşıma, bir kare süratlı arkadaş yapmaya. Küçük küp, sonra büyük küp, kollar, bacaklar, bayan olacaksa ayakkabısı topuklu olmalı değil mi? Birde kurdelesi başında... Onu da diğerinin yanına koyuyorum. Birbirlerine bakıyorlar önce. Hemen kaynaşıyorlar ama. Birine Aliş, diğerine Zeliş diyorum kare süratlı arkadaşlarımın. Şimdi evimde kitaplığın üzerine beraber vakit geçiriyorlar.
Dün darıldılar biraz bana. Yaptığın herşeyi gösterdin, bir bizi göstermedin dediler. Bende gönüllerini almak için, arkadaşlarımı tanıştırıyorum sizlere. Karşınızda Aliş ve Zeliş;


18 Temmuz 2009 Cumartesi

Lady in Red...

Kadınların genlerine kırmızı işlemiş
Kadınların kırmızı merakı da genetik çıktı. Kadınların kırmızı renge karşı daha duyarlı olduğunu ve erkeklerin aksine kırmızının farklı tonlarını algılayabildiklerini belirten bilim adamları, bunun X kro-mozomu üzerindeki bir genden kaynaklandığını söyledi.

Kadınların kırmızı merakı da genetik çıktı. Kadınların kırmızı renge karşı daha duyarlı olduğunu ve erkeklerin aksine kırmızının farklı tonlarını algılayabildiklerini belirten bilim adamları, bunun X kro-mozomu üzerindeki bir genden kaynaklandığını söyledi. Arizona State Üniversitesi`nde görevli uzmanlar, çeşitli ülkelerden 236 kişinin DNA`larını inceledi. Ekip, OPN1LW adı verilen ve `kırmızının algılanmasından sorumlu` genin 85 varyasyonu olduğunu tespit etti. Bu sayı, normal gen mutasyonlarının yaklaşık üç katı. OPN1LW geni X kromozomu üzerinde bulunuyor. Kadınlarda da iki X kromozomu var. Uzmanlar bu sebeple kadınların, kırmızı renginin çeşitli tonlarını, bir X kromozomuna sahip erkeklerden daha iyi algıladıklarını tahmin ediyor.
Kaynak: Türkiye Gazetesi 30.07.2004
Resim:www.fotobucket.com

Kırmızıyla gelen sağlık

KIRMIZIYLA BESLENİN İYİ HİSSEDİN
Kırmızı biber, kırmızı fasulye ve kırmızı greyfurt gerçek sağlık deposudur. Kırmızı sebze ve meyveleri bol bol yiyenler kanser, kalp hastalıkları ve felçten korunur.

Söz konusu sebze ve baklagiller olduğunda kötü bir şeyden bahsetmemiz neredeyse imkansızdır. Fakat bu tür gıdalarda `kırmızı` rengi aradığınızda çok daha iyi ve tatlı şeylere ulaşırsınız... Kırmızı renkli gıdalar öğünlerinizi bir fotoğraf çekiminden fırlamış gibi göstermesinin yanında, aynı zamanda sağlığınız için çok faydalı maddeler içerir. Bu zevki tatmak için şu üç önemli besini denemeniz gerekir:
KIRMIZI DOLMALIK BİBER:
Kırmızı biberler, yeşil olanlardan iki kat daha fazla C vitamini içerirler. C vitamini, Güney Amerikalılar`ın çoğunun ölümüne ve sakat kalmasına yol açan felç ve inme riskini yüzde 30 azaltır. C vitamini damarlarınızın genç kalmasını sağlar ve bağışıklık sisteminizi güçlendirir.

KIRMIZI FASULYE:
Kırmızı fasulyenin (Red kidney beans) içinde, yaban mersininde de bulunan `phytonutrients` (botanik faktörler) aynı miktarda bulunmaktadır. `Phytonutrients` doğal olarak ortaya çıkan bitki koruyucularıdır ve böceklere ve hastalığa karşı bitkiyi korur. `Phytonutrients` açısından zengin bitkileri yiyerek, insanlar bu koruyucu etkilerden yararlanır. Vücudunuzun kendi antioksidanlarını üretmesine yardımcı olan bu madde, hücrelerinizi kanser gibi hastalıklara karşı korur. Ayrıca kalp hastalıklarına ve erken yaşlanmaya karşı da etkin şekilde mücadele eder.
KIRMIZI GREYFURT:
Kırmızı greyfurtun içinde bir başka `phytonutrient` olan `likopen` (Lycopene) bulunmaktadır. Bu madde, kansere ve kalp hastalıklarına karşı iyi gelir. Bu açıdan turuncu greyfurta oranla daha faydalıdır. Likopen maddesi yağın içindeyken daha iyi emilir. Bu nedenle kırmızı greyfurt dilimlerini zeytinyağlı veya kanola yağlı bir salatanın içine karıştırabilirsiniz... Ya da keyifli bir pazar sabahı hazırladığınız kahvaltınızda, fıstık ezmeli tam tahıllı bir dilim ekmeğin üstüne bir dilim de sağlık dolu kırmızı greyfurt koyabilirsiniz.
Kaynak: Sabah Gazetesi, 15.11.2008

Kırmızı Başarı

GALATASARAYIN SIRRI KIRMIZI OLABİLİR Mİ?
Kazanmak isteyen kırmızı giysin! Çünkü Britanya`daki Durham Üniversitesi antropologları, kırmızı renkli formaların oyunculara avantaj sağladığını iddia ediyor.

2004 Olimpiyat Oyunları`nda boks, tekvando, grekoromen güreş ve serbest stil güreş olmak üzere dört daldaki müsabakaları izleyen araştırmacılar, kırmızı giyen yarışmacıların 21 raundun 16`sını kazandığını tespit etti. Kırmızı veya mavi formaların rastgele dağıtıldığı karşılaşmalarda, kırmızı giyen yarışmacılar, maçların tamamında yüzde 55 daha başarılı oldu. Euro 2004`te değişik maçlarda farklı renklerde formayla sahaya çıkan takımları da karşılaştıran araştırma, kırmızıyla oynandığında daha fazla gol atıldığını ve daha çok galibiyet alındığını gösterdi. Kırmızı, kızgınlık ve erkek baskınlığı arasında bir ilişki olduğunu belirten araştırmacılar, insanlarda kızgınlığın genellikle cildin kızarmasına neden olduğunu, bunun aynı zamanda şiddetin bir başlangıcı olarak da algılanabileceğini, buna karşın solgunluğun korkuyla ilişkilendirildiğini ifade ediyor.

Adil sonuçta giysi faktörü:
Araştırmacılar, takımların gücünün ve yeteneğinin eşit olduğu maçlar için, `Kırmızı, büyük olasılıkla kaybetmekle kazanmak arasındaki farkı belirliyor` diyor. Maçların adil olması için spor giysilerinin de hesaba katılması gerektiğini söyleyen bilim adamları, kırmızı giyen başarılı takımların isimlerine de yer veriyor: Liverpool, Manchester United, Dünya Kupası`nda 2002 başarısıyla Güney Kore ve 1966 zaferiyle İngiltere milli takımı.
Kaynak:Radikal Gazetesi

Konuşan Renkler 6: Mor

Mor rengin elde edildiği pigmentlerin doğada zor bulunan elementlerden meydana gelmesi nedeniyle tarihte oldukça önemli bir yere sahiptir. Eski Avrupa uygarlıklarının bazılarında morun yalnızca hüdümdarların ailelerinin, kilisenin üst düzey din adamlarının ve bazı önemli saray mensuplarının giymesine izin verilirdi. Halkın bu rengi kullanması kesinlikle yasaktı.

Bunun haricinde morun oldukça kötü bir imajı vardır. Morun bir tonu olan eflatun, düş kırıklığı, zehir, acı ve ümitsizlik gibi negatif çağrışımlar yapıyordu. Renkler hakkında geniş kapsamlı araştırmalar yapan Johann Wolfgang von Goethe bu rengi yaşlılıkla özdeşleştirmiştir. Ayrıca yapılan bazı deneylerde deneklerden renkleri ifade etmeleri istenmiş, deneklerin çoğu mor için kuşkulu, gizli, yasak, yozlaşmış, hastalıklı ifadelerini kullanmışlardır.

Zaman içinde mor kadın hareketlerinin sembolü haline gelmiştir. Bunun nedeni Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Hermafrodit yarısı kadın, yarısı erkek olan tanrıydı ve iki cinsliliği sembolize ediyordu. Erkeğin rengi olan mavi ve kadının rengi olan kırmızının karışımı olan mor iki cinsi birleştiyor ve her ikisi arasında köprü kuruyordu. Ne soğuk ne sıcak, ne kadınsı ne erkeksi olan mor gizem, mistisizm, büyü ve cinsellikle ilişkilendirilebilir.

Bunun haricinde mor, sınır tanımayan ve alışmadık yaşayan insanlar tarafından da kullanılıyor. Örneğin, Fransa’da travestiler, homoseksüeller çevrenin yaptıkları baskılara tepki olarak, kendisini “Les Violets” “Morlar” olarak adlandırıyorlar.

Konuşan Renkler 5: Yeşil

Yeşil de sarı gibi doğada en fazla karşımıza çıkan renktir. Bitkilerin rengi olduğundan dolayı doğallıkla özdeşleştirilir. Yeşilin iyileştirme gücünün olduğuna inananlar vardır. Türk kültüründen Batı’ya birçok kültürde doğurganlık, doğma, büyüme, gelişme, yeşerme ve devamlılık gibi anlamları vardır. Yeşil günlük hayatta stresi azaltmak ve sakinleştirmek içinde kullanılır. Yeşilin iştah açıcı özelliğinden dolayı Batı ülkelerinde restoranlarda duvarlar yeşile boyanır.

Psikosomatik rahasızlıklar üzerinde araştırma yapan bilimadamlarının buluşuna göre yeşilin bazı tonları özellikle mide rahatsızlıkları olan insanlar tarafından daha çok sevilir. Bunun sebebi, yeşil bitkilerin mideyi rahatlatması olarak açıklanabilir. Ayrıca yeşil çok çalışan insanlar tariflemek içinde kullanılır. Devamlılık çağrışımı nedeniyle trafik ışıklarında yeşil “geç” anlamına gelir.

Yeşilin ayrıca espritüellik, heyecan, çabalamak, gayret etmek, uğraşmak, iyileştirmek, kendine güven, kendini rahat ifade edebilme, verimlilik, yaratıcılık, başı sonu olmayan ve zafer gibi anlamları vardır.

17 Temmuz 2009 Cuma

Gezdim Gördüm Yazdım 3: Amasra

Geçen hafta sonunda ablam, kardeşim ve eşiyle birlikte Karadeniz'in şirin ilçelerinden Amasra'ya gittik. Eğer iki üç gün kafa dinlemek için bir sahil kasabası arıyorsanız Amasra çok uygun bir yer. Hem Ankara'ya hem İstanbul'a yakın. Ankara'dan yaklaşık 3,5 - 4 saat mesafede. İsterseniz Mengen, Devrek güzergahını kullanabilir, isterseniz Safranbolu, Karabük yolunu tercih edebilirsiniz. Her ikisinde de yollar özellikle yaz mevsiminde gerçekten olağanüstü.

Eğer yazın gidecekseniz mutlaka bir hafta önceden kalmak istediğiniz oteli yada pansiyonu seçip rezervasyon yaptırmanız gerek. Bizim gibi 3 gün kala otel arayışına girerseniz bulduğunuza razı olmak zorunda kalabilirsiniz. Amasra'da konaklamak isteyenler için alternatif çok aslında. Şehir içini tercih edenler için bolca otel ve pansiyon var. Her üç evden biri pansiyon olarak hizmet veriyor. Denize karşı olanların fiyatları çarşı otellerinden biraz daha fazla. Birde dağda olan denize ve Amasra'ya yukarıdan bakan oteller varki, şehir merkezine gitmek için mutlaka arabaya ihtiyaç duyarsınız. Amasra otel ve pansiyonları için amasra.net ve amasram.net sitelerini ziyaret edebilirsiniz. Biz biraz geç kaldığımız için Büyük Limanın biraz arkasında çarşının girişindeki Amasra Oteli'nde yer bulabildik. İki yatak bir komodin ve bir küçük dolaptan ibaret olan odamızın banyosunda aniden soğuyup aniden ısınan şohben yüzünden duş almak zannettiğimizden zor oldu.

Eğer denize girmek ve güneşlenmek isterseniz Büyük Liman yada Küçük Liman'da ki sahilleri tercih edebilirsiniz. Ayrıca sahile gerek yok derseniz dalgakıranın sahile bakan kısımlarında da yüzebilirsiniz. Yazın haftasonları özellikle Büyük Liman oldukça kalabalık oluyor. Önlerde bir şezlong bulayım derseniz erken gitmenizde fayda var.

Biz cuma akşamı iş çıkışı yola çıktık. Mengen - Devrek güzergahını takip ederek, yollardaki bakım çalışmalarına rağmen 4 saatte Amasra'ya vardık. Otelimize giriş yapıp sahilde kısa bir gece turu attık. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra ilk olarak dalgakıranın üzerinde bir yürüyüş yaptık. Bir tarafta sakın, pürüzsüz berrak liman, diğer tarafta dalgalı, bol köpüklü, kızgın Karadeniz. Dalgakıranın üzerindeki "Rüzgarlı havalarda dalgakıranın üzerine çıkmayınız" yazısı kışın buradaki rüzgarın şiddeti hakkında biraz bilgi verdi.




Dalgakıranın ardından otelin tam karşısındaki Çekiciler çarşısından gezimize devam ettik. Burası sağlı sollu küçük hediyelik eşya dükkanlarının olduğu bir sokak. Etrafınızda gördüğünüz herşey cıvıl cıvıl. Ahşaptan yapılmış aksesuarlar, süsler, hediyelik eşyalar, mutfakta kullanılabilecek herşeyin ahşap versiyonu, saksılar, duvar saatleri bastonlar....Kısaca aklınıza gelebilecek herşey var burada. Hangisine bakacağınıza şaşırıyorsunuz. Eğer el işinden hoşlanıyorsanız bu bölgeye has, tel kırmasından yapılmış tepsi ve örtülere bakabilirsiniz. Rengarenk Bartın işi masa örtüleri ve yazmaların bir arada muhteşem görüntüsüne bakmadan edemiyorsunuz. Çarşının sonuna ulaşabilen insanların ellerinde mutlaka birkaç torba oluyor.Buradan birşeyler almadan çıkmak imkansız gibi.





Çarşının girişinde bulunan kitapçının önünden bir kare. Kedinin tırmalayabileceği ile ilgili uyarı yazısı ve arkadaki "Anne bana köpek al" isimli kitabın kapağı köpeği tercih edin diyor sanki:))

Amasra gibi sahil bölgelerinde yenebilecek en güzel yemek tabiiki balık. Amasra'da sahilde birçok balık restoranı var. En büyük ve en lezzetli balık yapanlar Ceşm-i Cihan Restoran ve Canlı Balık Restoran. Eğer buralar pahalı derseniz sahildeki diğer küçük balık lokantalarını tercih edebilirsiniz. Nereye giderseniz gidin, masaya oturur oturmaz meşhur salata geliyor önünüze. Balıkları beklerken mısır ekmeğiyle beraber yarılıyorsunuz koca tabağı. Bizim gibi hızını alamayanlar balıkla beraber ikinci tabağı da istiyor. Balıklar yağda kızarmış olmasına rağmen çok hafif oluyor ve ne kadar yerseniz yiğin asla şişkinlik yapmıyor.
Beş dakika sonra:


Eh karnınızı da doyurdunuz şimdi sıra tekne turunda. Büyük Limandan, yani Çeşm-i Cihan restoranın hemen ilerisinden her 10 dakikada bir tekneler kalkıyor. Büyük Liman, Küçük Liman, Tavşan Adası 45 dakikalık bir tur yapıp geri dönüyor. Manzaralar o kadar muhteşem ki. Tavşan adası sahile yakın olmasının yanı sıra üzerinde yalnızca tavşanlar yaşadığı için bu ismi almış. Zaten buraya insanların çıkabilmesi için mutlaka bir iskele yapılmalı çünkü kayalıklar oldukça dik.



45 dakikalık tur sonunda yeniden yürüyerek gezmeye devam ediyoruz. Önce Kemere köprüsünden geçerek Ağlayan Ağaç mevkiine doğru okkalı bir yokuş tırmanmaya başlıyoruz. Yol dik olunca hızımız biraz yavaşlıyor haliyle. Dar sokakların birbirine bitişik evleri arasından yer yer deniz görünüyor. Evlerinin önünde oturan insanlar biz geçerken gülümsüyor. Bizde onlara gülümseyip selam verince hemen küçük bir sohbet başlıyor. Memleketler soruluyor... Küçük kızlar ev iş pastalar satıyorlar yokuşta. Tam bitti artık ben daha fazla çıkamam derken, ağlayan ağaç görünüyor. Banklara oturup manzaraya karşı birer çay içerken hafiften rüzgar esmeye başlıyor ve yorgunluğumuz bir nebze olsun azalıyor.


Ağlayan Ağaçtan sonra geldiğimiz yerden aşağıya iniyoruz. Tekrar Kemere köprüsünden geçerek kaleye doğru dönüyoruz. Evlerin aralarına sıkışmış Kaymakam evi ve biraz ilerisindeki eskiden kilise olan, Fatih Sultan Mehmet'in burayı fethinden sonra Fatih camii olarak değiştirilen caminin önüne geliyoruz. Biraz soluklanırken mahalle sakinlerinden Amasra'nın yerlisi bir çiftle sohbete başlıyoruz. Fatih Caminin içini anlatıyor bize. Burası 9. yüzyılın sonunda yapılmış bir kilise aslında. 1460 yılında camii olarak değiştirilmiş. Yüzyıllar içinde defalarca tamir ve restorasyon aşamalarından geçmiş, yıkılan beşik tonozlu tavanı, pencereleri ve kapısı yeniden örülmüş. Caminin ilginç özelliklerinden biri de her cuma ve bayram hutbelerinin kılınçla okunması. Kılınç Türk tarihinde adaletin, kudret ve zaferin işareti olarak kullanılıyor. Osmanlı orduları fethettikleri yerlerde devlet otoritesini ve adaleti vurgulamak için kılınçla hutbe okutuyorlarmış. Şuanda çok az camii de bu uygulama devam ediyor. Amasra Fatih Camii de bunlardan biri. Fatih'in fethinden itibaren uygulama devam ediyor. Her ne kadar kılınç Fatih'in verdiği kılınç olmasa da şuanda kullanılan da 200-250 yaşındaymış.


Bugünlük bu kadar gezi yeter diyerek akşam yemeği için otelimizin olduğu mevkiiye geri dönüyoruz. Akşam yemeği için birer porsiyon midye tava ve arkasından ikişer top dondurma yeterli oluyor. Ertesi gün sabah önce Amasra Müzesini ziyaret ederek güne başlıyoruz. Burası aslında 1884 yılında Denizcilik Okulu olarak yaptırılmaya başlanmış. Ancak bitirilememiş. 1976 yılında müze olarak restore edilmesine karar verilmiş. 1982'de açılmış. Arkeolojik eserler açısından oldukça zengin. Helenistik dönem, Roma, Bizans, Ceneviz ve tabii ki Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait pek çok eser var müzede. Küçük Limanda tam denizin kıyısında şahane bir yeri var. Özellikle Roma ve Bizans dönemine ait olan heykeller çok ilgimi çekti. Bu heykeller 15-20 yıl önce sanayi sitesi yapımı sırasında kazı yapılırken tesadüfen bulunmuşlar. Hristiyanlığın ilk yıllarından kalma oldukları tahmin edilen eserlerin başları ve elleri kırılmış. Sonrasında müzeye yerleştirilmişler.

Haftasonları müzenin hemen karşısındaki yolda Amasra'nın pazarı oluyor. Köy pernirleri, hormonsuz meyveler sebzeler, çeşit çeşit el yapımı reçeller, tarhana, erişte ve baharatlardan biraz alışveriş yapıyoruz. Küçük plastik tabaklara konmuş dutların tadına bakıyoruz. Sonunda tekrar görüşmek üzere yavaş yavaş Amasra'yla vedalaşıyoruz.

Yol üzerinde Amasra'ya 4-5 km. mesafede Kuş Kayası yol anıtına giden basamaklar çıkıyor karşımıza. Önce biraz tereddüt etsekte merdinvenleri tırmanmaya karar veriyoruz. 180 basamak sonunda biraz nefesimiz kesiliyor haklı olarak. Ancak Anadolu'da yapılmış ilk yol anıtını görmek bacaklarınızı acısını alıyor. Burası M.S. 41-54 tarihleri arasında Roma İmparatoru döneminde bölgenin, "karayolu dinlenme yeri" olduğunu belirtmek için inşa edilmiş. Kolonun üzerinde duran kartal Roma askerinin gücünü yanındaki asker heykeli ise ise büyük ihtimalle imparatoru temsilen niş şeklinde oyularak yerleştirilmiş.
Anıtın yanından basamakların görüntüsü:
Gezimişin ikinci durağı olan Safranbolu'ya doğru yola çıkıyoruz. Özellikle Bartının çıkışında yolun iki kenarındaki ağaçlar belirli bir yükseklikte birleşiyorlar. Dalların aralarından sızan ışıklar muhteşen bir manzara oluşturuyor.


5 Temmuz 2009 Pazar

Bir Haftasonu Etkinliği

Bu aralar duvar stickerları çok moda. İnternet sitelerinde başladı. Şimdi marketlerde bile satılıyor. Küçüklü büyüklü, renkli, siyah, desen desen, envai çeşidi var. Bende uzun zamandır internetten satılanlarla ilgileniyorum. Ama tüm duvarımı kaplayacak şekilde olanları (yani 3,50 metre) 250,300 TL civarı. En azından benim beğendiğim modeller öyle...

Bende başka çözümler aramaya başladım. Reklamcıların tabelalarda kullandıkları folyolardan aldım. 40 TL ve bir akşamlık çalışma sonunda aşağıda resimlerini gördüğünüz sticker çıktı ortaya. Önce birkaç eskiz yaptım. Sonra duvarıma göre bir şablon hazırladım. Sonra o şablonu parça parça folyolara aktardım ve duvara yapıştırdım. Çiçekleri ekledim ve cumartesi akşam 8.00 civarı başladığım çalışma, pazar sabahı 6.00 civarı bitti. Biraz yordu ama benim çok hoşuma gitti.
Çizdiğin eskizlerden en çok bunu beğendim. Şablon hazırlamak işin en sıkıcı, en uzun ve en önemli kısmı. Benimki biraz büyük olduğundan oldukça zor oldu. Sonra duvarı iyi ölçüp biçerek kestiklerinizi yapıştırmak kalıyor.