25 Ağustos 2009 Salı

Gezdim Gördüm Yazdım 4: Bodrum


Bu yaz tatilimi her sene olduğu gibi İzmir'in tatil beldelerinden Ürkmez'de değil arkadaşım Aygen'in de israrıyla Bodrum'da geçirmeye karar verdim.İlk kez Bodrum'a gidecektim. Önce her zaman olduğu gibi sıkı bir internet araştırması yaptım. Hemen hemen tüm kaynakların buluştukları ortak nokta renkli Bodrum sahilleri ve hareketli gece hayatı idi. Aygen'lerin Bodrum Yalıkavak'daki evlerinde geçireceğimiz tatil için 8 Ağustos'da ben Ankara'dan, Aygen İstanbul'dan Varan'la yola çıktık. Tatilin ilk sürprizi otobüslerimizi iki dakika ara ile Bodrum otogarına yanaşmasıydı. Yalıkavak'da buluşmayı umarken erken karşılaşmak ve yolun kalan kısmını beraber gitmek çok eğlenceliydi. Aygen'in annesi Şenay teyze bizi Yalıkavakda karşıladı ve Bodrum tatilimiz başladı. Bodrum'da ilk dikkatimi çeken dik yamaçlara konuşlandırılan sitelerdi. Kalacağımız sitedeki evler genellikle 2 yada 3 katlı ama dar bir alana oturan minyatür villalara benziyordu. Ancak eşine az rastlanır müthiş bir deniz manzarası vardı.


İlk günümüzü sitenin ilerisinde bulunan sahildeki şezlonglarda pinekleyerek ve kitap okuyarak geçirdik. Ayşe Kulin'in Veda'sına burada başladım. Oldum olası sahilde kitap okumayı çok severim. Bıraksalar bir günde bir kitabı bitiririm herhalde. Akşamüzeri Turgut Reis Marina'daki Yat Fuarına gittik. Fuarda birbirinden lüks yatlar, kotralar, tekneler sergileniyordu. Tabi (henüz) mali durumumuz fiyatları 45.000 Euro ile 300.000 Euro arasında değişen süper yatlardan birini alacak kadar iyi olmadığından, beğendiklerimizin önünde fotograf çektirmekle yetindik. Marinanın içindeki kafelerden birinde gün batışını izleyerek akşam yemeğimizi yedik ve biraz dolaştıktan sonra ikinci güne hazırlanmak için evimizin yolunu tuttuk.


İkinci gün sabah Şenay teyzenin arkadaşları ve kızlarıyla beraber Gökçebel'de bir köy evine kahvaltıya gittik. Masamıza önce 5-6 çeşit reçel, mis gibi hormonsuz bahçe domatesi, biberi, salatalığı , zeytin, peynir daha sonra saçta yapılan sıcacık pideler geldi. Evin sahibesi Güler hanım tarafından yapılan sağanda yumurta, otlu gözleme, peynirli börek, kabak çiçeği dolması da eklenince tadından yenmez bir kahvaltı soframız oldu. Nihayet 3 saat sonra masayı silip süpürüp kendimize geldik. Köy evinde köy kahvaltısı fikrini geliştiren Güler hanıma, ona yardım eden eşi ve oğluna teşekkür ederek Göl-Türkbüküne doğru yola çıktık. Bodrum'de her ne kadar dolmuş seferleri sık olsada gideceğiniz yere daha rahat ulaşabilmeniz için mutlaka arabalı olmanız gerekiyor. Yoksa sıcak havada dik yamaçlara çıkıp inmek düşündüğünüzden daha zor olabiliyor.

Göl-Türkbükü'nde otellerden birinin iskelesinde beş kişilik denize nazır minder bulup güneşe serildik. Burası Bodrum'un sakin koylarından biri. En çok hoşuma giden şey ise, buradaki sevimli küçük oteller ve onların önlerinde denize uzanan iskeleler. Herbiri birbirini rahatsız etmeyecek uzaklıkla ve farklı şekilde dekore edilmiş. Kimi tamamen bembeyaz, kimine beyaz ve mor hakim. Ama hepsi temiz ve huzurlu. Akşam üzeri saat 5 civarında çay ve elmalı kurabiye servisi başlıyor ki sabah o koca kahvaltıyı yapmamış gibi kurabiyeleri de löp löp yedik. Bolca deniz ve güneş banyosunun ardından akşam için hazırlandık. Bodrum beklediğimden daha büyük Bodrum geceleri de beklediğimden daha canlıydı. Burada Ankara'nın akşam 20.00'de el ayak çekilen manzarasından eser yoktu. Sabaha karşı saat 04.00'de bile sokaklar hala kalabalıktı. Daracık Bodrum sokaklarından insan seli arasında yavaş adımlarla yürürken her mekandan yükselen ve birbirine karışan müzik sesleri insanları içeri davet eder gibiydi. Bazen jazz, bazen rock, bazen pop ve biraz Latin melodileri eşliğinde dolaştık sokakları.
Ertesi gün Gündoğan sahillerini tercih ettik. Yalıkavak'da ki beyaz köpükler saçan dalgalara karşı burası süt limandı. Yine deniz ve güneş eşliğinde kitabımı okumaya devam ettim. Akşamında ise Gümüşlük'de balık yemeğe karar verdik. Kabak lambalarla süslenmiş sıra sıra balıkçılardan birinde bir masa bulup oturduk. Yan tarafımızdaki masada iki Fransız turist oturuyordu. Bir süre sonra onlarla sohbet etmeye başladık. Biri İngilizce öğretmeni biri teniz hocasıydı ve Selçuklu Mimarisini araştırmak için Türkiye'ye gelmişlerdi. Bodrum'dan sonra Antalya'ya ve oradan da Konya'ya gideceklerdi. Ellerinde iki adet kitapla, hiç bilmedikleri bu ülkeyi diledikleri yerde durabilmek için arabayla geziyorlardı. Çok imrendim onlara o anda.

Sonraki gün Akyarlar sahilinde alışkın olduğum gibi kumsaldan denize girip güneşlendik. Kuma basmadan ayaklarım çamur olmadan denize girmiş hissedemiyorum kendimi. Burası rüzgar açısındanda Alaçatıyı aratmayacak düzeyde olduğundan bizim bulunduğumuz dönemde bolca rüzgar sörfü yapan kişi vardı. Çevredeki otellerin deniz oyuncakları jetskiler, muzlarda birleşince denizin ne kadar kalabalık ve renkli olduğunu tahmin edebilirsiniz.


Bodrum'dan ayrılmadan önce Kaleyi ve müzeyi gezdik. Benim şansıma o sabah Bodrum'a 4000 kişilik bir cruise gemisi yanaşmışdı. Kale girişinde uzunca bir kuyruk vardı. Arkadaşım yıllardır bu kadar kalabalık bir grubu Bodrum'da görmediğini söyledi. Kale içinde Türkiye'nin ilk ve tek Sualtı Müzesi var. Müze olması gerektiği kadar büyük değil. Ayrıca müze girişi için verdiğimiz 10 Lira haricinde müze içindeki farklı bölümlere girmek içinde 5'er lira istenmesini de biraz turist nasıl olsa verir düşüncesine bağlıyorum ve kınıyorum. Temiz sahilleri, nemden uzak havası, nezih siteleriyle Bodrum'u çok sevdim. En kısa sürede tekrar gitmeyi ümit ediyorum. Şimdi de Bodrum'dan birkaç güzel manzara:



5 Ağustos 2009 Çarşamba

Dostluk, hayat ve hatalar üzerine...


Dün 10 yıldır görmediğim bir arkadaşımı buldum facebookta. Aslında pek iyi ayrılmamıştık. Arkadaşlık talebimi kabul eder mi etmez mi bilemedim. Etti... Uzun bir mail gönderdim önce. O da cevap yazdı sanki hiç ayrılmamışız gibi. Ne kadar özlemişim onunla konuşmayı. Eski günlerimizi hatırladım. Eski resimlerimizi buldum. Ona da gönderdim. İçimden bir yük kalktı. Sanki uzun zamandır çözemediğim bir soru cevaplandı. Ne kadar hafızamı zorlasamda aramızın neden bozulduğunu tam olarak hatırlayamıyorum. Demekki hiç önemli değilmiş. Aklımda o sevimsiz ayrıntı değil geçirdiğimiz keyifli dakikalar kalmış. Ama her ne ise, üniversitedeki en iyi arkadaşımla on yılıma mal oldu.
Ben bu hayatta herşeyi doğru yaptım diyebilen var mı acaba? Verdiğim her karar doğruydu, hiç hatam yok diyebilen? Çok zor herhalde. İtiraf ediyorum benim çok hatam var. Keşke Jennifer Gardner ve Mark Buffalo'nun "30 Olmak" filmindeki gibi geleceğe gidip verdiğimiz kararların sonuçlarının görebilsek. O zaman herşey ne güzel olurdu. Bende saçma sapan şeyler yüzünden dostumu kaybetmezdim belki.
Hayat filmlerdeki kadar kolay olmadığı için elimizdekiyle yetinmek ve onun kıymetini bilmemiz gerek. Ben 10 yıl sonrada olsa arkadaşımı buldum. Darısı diğerlerinin başına...