29 Ocak 2010 Cuma

Şarkı aşkına...

Dün yeğenlerimden ikincisinin Elif'imin doğum günüydü. Okullar tatil olduktan sonra Ankara'ya geldikleri için doğumgününü burada kutladık. 12 yaşına bastığına inanmıyorum. Bebekliğini, ilk konuşmalarını, kahkahalarının hatırlıyorum. Çocukluğun da bile düzenliydi, eşyalarına düşkündü. Aklı ermeye başladığı andan itibaren sevdiği, hoşuna giden şeyleri bebek arabasına doldurur yanında dolaştırırdı. Bu arabanın içinde şampuanından, sevdiği marsmellowlara kadar her şey olabilirdi.  Şimdi o bir genç kız oldu. Canım benim, güzel kızım, doğum günün kutlu olsun. Hep mutlu ol...

Eh şarkı eklemeyi öğrendim ya, bu da Elif'im için gelsin.



Fairground Attraction - "Find My Love"

28 Ocak 2010 Perşembe

Sonundaaaa...


Sonunda Ankara da kar yağdııı. Yaşasın. Her yer bembeyaz. Günlerdir İstanbul'dan kar manzaraları seyrediyordum televizyonda. Ne kadar imreniyordum onları görünce. Dün gece burada da başladı. Kısa sürer, fazla yağmaz dedim ama bu sefer yanıldım) Ne güzel. Sabah kalktığımda her yer bembeyazdı. Kuş yuvamdan evimden kar manzarası çok güzeldii. Evden çıkmak istemedim hiç. Ama işe gitmem lazım. Biraz zor olsa da işe bir saatte gelebildim. Çok az iş yerinin önünde araba vardı. Kendimle gurur duydum kara rağmen arabayla çıkabildiğim için.

Şimdi işyerimde elimde en sevdiğim kupamda çayımla, karları seyrederken aklıma çocukluğum geldi. En çok sevdiğim şey anneannemlerin bahçesinde Leyla'yla yada ablamla kartopu oynayıp dizime kadar ıslandıktan sonra eve girip sıcacık kalorifer peteklerine yapışmaktı. Annem ıslak kıyafetlerimiz çıkarır, kuru ve kalın kazaklar giydirir ve birer tabak sıcak çorba hazırlardı. O çorbaların tadımı başka hiçbir şeye değişmezdim. Kar yağdığı hafta sonlarını çok severdim. Çünkü Meram'a anneannemlere giderdik. Belki bu sebebten hala haftasonu karlarını çok severim. Baştaki resimde o günlerden bir hatıra:))

Kar yağarken nedense Frank Sinatra yada Michael Buble dinlemeyi seviyorum ben. Belki de yılbaşını çağrıştırdığı içindir. Şarkı eklemeyi öğrendim Pinocuğumdan. Bu günün anısına bi şarkı ekledim bende Dinleyin bakalım sevecek misiniz?



Michael Buble - "Dream A Little Dream Of  Me"

23 Ocak 2010 Cumartesi

Mini şehir


Blog adını "Rengin Efendisi" yerine "Evlerin Delisi" olarak değiştireceğim bu gidişle. Son zamanlarda yaptığım her işte, yaptığım seramiklerde, diktiğim çantada, önlükte herşeyde ev teması var. Çok seviyorum ev çizmeyi. Son olarak işyerinde bir firmanın verdiği kareli not kağıtlarından mini bir şehir kurdum kendime. Kağıtlar biraz kalınca olduğundan kıvırmak şekil vermek, düzdün kare dikdörtgen ve üçgenler oluşturmak kolay oldu.



Önce en küçük küp evle başladım. Bir tane daha, bir tane daha derken, 7-8 ev yapmışım. Evlerin gövdesi düzgün küp ve dikdörtgen prizmalardan oluştu. Üstlerine de biraz büyük üçgen pirizmalar yapıp yapıştırdım. Üstlerine pencereler, kapılar çizdim. Temamız şehir ya, bir pastane birde cafe var içlerinde. İki villa, birde virane panjuru kırılmış, duvarlarının sıvası dökülmüş kulübe var.   Yanlarına birkaç araba ekledim. Yine kağıttan... Ve ağaçlar yaptım...



Aklımda çok güzel bir fikir var. Bir kaç ev daha yaparsam projemi tamamlayacağım. Bakalım ne olacaaaak?
Tahmin etmek isteyen var mı???

Yeni yeni en yeni...


İşte son seramik eserim:)) Önce şaheserim yazdım sonra vazgeçtim:) Eh nede olsa ben çok mütevazi bir san'atçıyım:)) Resimler ve kompozisyon Bengiciğime ait. Kursa çektiği resimleri üçlü grup haline getirip birde boncuk iliştirmiş. Görünce çok mutlu oldum. Ona buradan da çook teşekkür ediyorum.

Bu evde diğerleri gibi lamba olacak. Daha öncede bahsettiğim gibi yaptığımız herşey eninde sonunda birer mumluğa dönüşüyor. Bu evde de farklılık olmadı. Yine bir ışık kaynağı olacak.  İçine bir duy ve elektrik tesisatı döşeyip cam ve kapı açıklığını buzlu pleksi ile kapatacağım. Duvara asınca lamba tamamlanacak. Tabi fırınlandıktan ve boyandıktan sonra:))

Buarada büyük ihtimalle bu hafta fırınlama yapacağız. Umarım bu sefer tüm işlerimiz sağ salim çıkar fırından. Olmasa da fimo sağolsun. Kuratabildiğimizi onun sayesinde kurtarırız.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Büyük davet vaaaaar:)


Evet bugün evimde büyük bir davet var. Konuklarım çok özel. Bizim ebeşuar takımı yani seramik grubumuzun güzide üyeleri geliyorlar. Pino, Bengi, Tuğba, Özge ve hocamız Tuğçee... Davet kararı çok ani oldu. Perşembe günü  uzun zamandır onları evimde ağırlamak istediğimi düşünüyordum. Neden bu haftasonu olmasın dedim. Aslında sabah kahvaltı yapsak ama ben cumartesi çalışıyorum. Pazar günü de herkes ailesiyle beraber olmak ister. Cumartesi akşamına karar verdim. Kızlara  mail attım. Tamam dediler.

Heyooo:)))  Yaşasın... Çok heyecanlıyım. Uzun zaman sonra ilk defa evime misafir gelecek. Ne yapsam acaba?  Önce bi internet taraması yapayım. Değişik bişeyler mı yapsam? Yok yook. İlk defa denediğim bişey olmasın. Çok yetenekli bir ahçı sayılmam. Elime yüzüme bulaştırmamayım. Gece sonunda ambulans çağırmak zorunda kalmayalım:))

Menüme karar verince bişey unutmamak için alacaklarımın bir listesini yaptım. Dün iş çıkısı Reale gittim. Elimde koca kağıttan liste, "Yemekteyiz" yarışmacıları gibi, bi oraya bi buraya koşturarak alacaklarımı tamamladım. Bir "-Ama Sena hanım acele edin biraz. Yoksa yemeklerinizi yetiştiremececeksiniz." diyen dış ses eksik. Eve gelip aldıklarımı tezgahın üzerine yığdım.

Menüm:
Kısır
Mevsim Salatası
Bonbon
Kabak Tatlısı
Üzümlü Kek
Mercimekli Börek

Müthiş başarılı seçimler olmayabilir. Ama en iyi yapabildiğim şeyler bunlar ne yapabilirim:) İlk olarak ayıklanmış kabakları yıkayıp  tencereye şekerle karışık dizdim. Kısık ateşe koydum. Biri bittiii. Diğer tarafta börek için mercimekleri haşlamaya bıraktım. Bonbon için kremayı hazırlarken kakao konusunda kararsız kaldım. Kakao evde var diye almamıştım. Ama bu yarım paketti ve ne zaman açıldığı belli değildi. Kokladım, ışıkta inceledim normal görünüyor. Bişey olmaz deyip karıştırarak ocakta pişirmeye başladım. İçim rahat etmedi ya. Beynimdeki kötü düşünce odasındaki küçük adamcıklar hemen bir seneryo yazmaya başladılar. 

17 Ocak 2010 tarihli Hürrriyet Gazetesi, 3. sayfadan bir haber:

"FLAŞ FLAŞ, Davet hastanede bitti...
Atölye Beyaz'ın seramik öğrencilerinin yemek daveti hastanede bitti. Ev sahibi S.Ö. yaptığı bonbonun içine kullanım tarihi geçmiş kakaoyu karıştırınca 4 arkadaşını hastanelik etti. Ev sahibi S.Ö. polisler nezaretinde karakola götürülürken kıçkırıklarının arasından "-Bişey olmaz diye düşünmüştüm." diyebildi. "

Olabilecekleri düşününce pişen harcı apar topar çöpe döktüm. Allah'dan Leyla'da bir paket yeni kakao varmış. Hemen gidip onu aldım. Harcı tekrar pişirdim.  Bisküvileri kırıp harcla ikisini karıştırdım. Yuvarlak top yapıp hindistan cevizine buladım. Buzdolabına attım. Geriye börek kaldı. Haşlanan mercimekleri, milföy hamurunun içine yerleştirip tepsiye dizdim. Onlar fırınlanırken pişen kabakları borcama alıp üzerine ceviz doğradım.

Sıra kısırın içini hazırlamaya geldi. Yeşillikleri, soğan ve maydonozu iyice yıkayıp ince ince doğradım. Domates çektim. Limon sıktım. Hepsi hazır. Bir karıştırması kaldı. Arpacık soğan da haşladım. Yanlarına turşu da koyunca oooo yemede yanında yat. Aslında kekte yapacaktım. Ama yoruldum. Bünye bu kadar çeşite alışkın değil tabii. Evdeki tüpün yalnızca yılda iki kez değiştiğini söylesem evde yemek yapma sıklığım konusunda bilgi sahibi olursunuz sanırım.

Şimdi akşama hazırım. Birazdan işten çıkıp eve gideceğim. Liva'ya uğrayıp bir kek almayı planlıyorum. Bakalım davetimiz nasıl olacakkkk:)

Umarım herkes memnun kalır. Hep beraber güzel bir gece geçiririz.

Not: Böylece Rengin efendisi olarak ilk kez blogumda yemek tarifi verdim. Bundan da eksik kalmadım yani.

Resim için Kaynak: http://www.flickr.com/.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Murphy kanunları üzerine...


Bu aralar Murphy Kanunlarının doğruluğuna kesinlikle inanmaya başladım. Öyle şeyler oldu ki 3 günde feleğim şaştı ve Murphy denen bilgenin! önünde saygıyla eğilmeye ve onun  hakkında bir yazı yazmaya karar verdim. Daha önce de onun hakkında birşey söylemiş olabilirim, hatırlamıyorum. Eminin şimdi arasam bulamam ama olmadık bir şey ararken karşıma çıkar:)

Edward A. Murphy, 1918 doğumlu ABD Hava Kuvvetlerinde roketler üzerine deney yapan mühendislerden biridir. Deneylerden birisinde bir pilot üzerine 16 değişik noktaya akselometre takılması gerekiyordu. Sensör bir yapıştırıcı ile ancak iki türlü takılabiliyordu ve birisi 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becerdi. Bunun üzerine Murphy, daha sonra kanun olarak nitelendirilecek ilk söylemlerini bir basın toplantısında açıkladı. Bir kaç ay içinde "Murphy Kanunları" mühendislik sahasında çalışanlar arasında yayıldı ve 1958'de de nihayet webster'in sözlüğüne girdi.

Bu bilgiler Vikipedi'den...

Ve gelelim meşhur ve doğruluğu su götürmez kanunlara;

*Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
*Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
*Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.
*Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
*Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
*Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.
*Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir.

Ve şimdi de örnekler:

*Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır. (Çok doğru)
*Ne zaman arabamı yıkasam yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabamı yıkamadığımda yağmur yağmaz. (Bu evimin camları içinde geçerli. Temizlik yapıldığı günün akşamı yağmur yağar)
*Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.
*Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında burnun kaşınır. (Elimde market poşetleri varken aradığım anahtar, hep dolu olan elimin altındaki cepte olur)
*İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
*Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar. (Eh yalancının mumu yatsıya kadarrrr)
*Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.
*Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar. (Eveet kesinlikle doğru)
*Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
*Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
*Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır. (Bilgisayarcıma o gelmeden önce bilgisayarın verdiği hataları ispat edemedim hiçbir zaman. O gelince canavar gibi oluyor alet)
*Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
*Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.
*Birşeye ulaşmak istediğinizde ve ulaşamayıp umudunuzu kestiğiniz anda,bir yerden bir şekilde size gelir. (Eh bu güzel)
*İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.
*Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.
*Bir teklifin gerçek olması güvenilir olmasını gerektirmediği gibi, güvenilir bir teklifin de gerçek olması gerekmez. (Evet son zamanlarda çok karşılaşıyorum)
*Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir. (Yada saatlerce boş oturduktan sonra bütün müşteriler aynı anda aramaya karar verecektir)
*Siz sınavlara istediğiniz kadar çalışın, sonunda her zaman çalışmadığınız bir yerden çıkacaktır!
*Ne zaman sınavlara çalışacak olsanız uykunuz gelir, sınavdan sonra uykunuz açılır.
*Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir. (Sigara içenlere bırakmak için bir neden)
*Sigara dumanı herzaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.

Resim için kaynak: www.counton.org/thesum/issue-07/index.htm

11 Ocak 2010 Pazartesi

Çabuk biten güzel şeyler...



Dün akşam gün batımında çektim bu fotografı. Uzun zamandır görmediğim kadar güzel ve büyüleyici  bir manzaraydı. Fotografa ancak dörtte biri yansıdı. Bulutların o canlılığını renk cümbüsünü bir çerçeveye sığdırmak çok zordu. Maalesef çok kısa sürdü bu güzel gün batımı.

Güzel şeyler hep çabuk biter değil mi? En sevdiğimiz şarkı sanki birkaç saniye sürer. Bir hafta favori dizimizi bekleriz. Ama o göz açık kapayıncaya kadar biter. Uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarımızla zaman ne kadar çabuk geçer, ama sıkıcı insanların arasında, sevmediğimiz işleri yaparken, tıkış tıkış otobüste, çok konuşan yol arkadaşlarının yanında, doktor muayenehanelerin bekleme odasında  yelkovan hareket etmez sanki.

Off bugün benim içinde saatler geçmiyor nedense:(
Saat daha 11.15. Akşama çok var....

9 Ocak 2010 Cumartesi

Deniz Feneri...



Birde deniz fenerim oldu. Aslında amacın bunlardan 2 yada 3 tane farklı ebatlarda yapıp içlerine küçüklü büyüklü mumlar koymak. Şimdilik yalnızca 1 adet var. Bakalım diğerlerine ne zaman sıra gelecek. Aklımda o kadar çok şey var ki yapmak istediğim. Önce onları yapıp sonra deniz fenerlerimle ilgilenmeyi düşünüyorum.

Bu fener hem fırının raflarına daha rahat sığabilmesi  için hem kolay taşıyanabilmesi için iki parça olarak yapıldı. Daha tamamlanmadı tabii. Fırınlandıktan sonra üst kısımdaki deliklere telden korkuluk yapacağım. Üzerine kırmızı beyaz şeritler yapacağım. Pencerelerin kenarları mavi olacak.  Fırınlanmasını bekliyorum:))

8 Ocak 2010 Cuma

Mini bir Anahtarlık...



İşte bu da daha önce yaptığımı söylediğim giriş kapısının yanına asılacak anahtarlık. Alttaki dört deliğe birer tel vb. (daha ne olacağını düşünmedim) bişeyler geçirip anahtarları takacağım. Üstteki deliklerden kalın bir ip geçirip duvara asacağım. Ev kırmızı, ağaçlar yeşil olacak.  Kuşu da unutmayacağım tabii.

Ah hemen fırınlasak da biran önce boyasam:))

Lallallalallaaaa Şirin Aşkına...




Önceden yaptığım seramik çalışmalarından biri de Mantar Ev'di. Ancak dün akşam resmini çekme fırsatım oldu. Aslında mantarın tepedeki yuvarlak kısım bir filin vücudu olacaktı. Çamuru eğip büküp fil olarak şekil vermeye çalışırken sıkılınca mantar olmaya karar verdi. Mantarın sapı biraz geniş olunca eve dönüştü. Şirinlerin Mantar evleri varya yani işte onlardan... Kapısı, pencereleri, panjurları da eklenince tamam oldu. En son çatıya bir baca monte ettim. Böylece şirin bir tealightımız daha oldu. Kaçınılmaz son. Böylece "Her seramik eninde sonunda tealight olacaktır!" sözümüzün doğruluğu kanıtlandı:))

Henüz fırınlanmadığı için boyanamıyor. Ama fırından çıkacağı günü dört gözle bekliyorum.:))



5 Ocak 2010 Salı

A la Lunaaaaa 2



Bu lambada bir Luis Luna tasarımı. Adı Hangover. Bu sefer plastik bardakları kullanarak bir lamba tasarlamış. Bence bu tasarımda oldukça hoş. Yalnız birleşim noktalarının sağlamlığı konusunda biraz şüpheliyim. Ama yine de en kısa sürede denemek istoyorum. Özellikle kırmızı olması beni cezbetti.
Atık malzemelerin yeniden değerlendirilmesi adına oldukça anlamlı bir proje. Tasarımcısını tebrik etmek gerek.




A la Lunaaa...


Luis Luna imzalı bir lamba bu lamba plastik çatal, bıçak ve kaşıklardan yapılmış. Adı Gluttony. Designboom tarafından organize edilen "House Party" yarışmasında finane kalmış ve Tokyo %100 design fuarında sergilenmiş.





Kaynak: www.behance.net

1 Ocak 2010 Cuma

Palmiye yaprağından lamba...

Bu lamba İkea'nı PS kolleksiyonu için tasarlanmış. Özelliği palmiye yapraklarından yapılmış olması. Tasarımcısı Alman Wiebke Braasch bu lambayı çocukluğunda toplayıp biriktirdiği bir tür deniz canlısının kabuğundan esinlenerek yapmış.

Lambayı İkea'nın İngiltere'deki web sitesinden bulabildim. Türkiye'de henüz satılmıyor sanırım. Eğer satılıyorsa bile web katoloğunda yok.

Doğal malzemelerin yeni teknikler kullanılarak günlük kullandığımız eşyalara taşınmasını çok seviyorum. İkea bu konuda çok başarılı bir firma bence. Pek çok ürününde doğal malzemeler görmek mümküm. Umarım Vava Lamba en kısa sürede Türkiye'de de satılmaya başlanır.


Resimler için kaynak:www.inhabitat.com

Ipod icat oldu, mertlik bozuldu.


7-8 yıl öncesine kadar walkmanlar, kasetçalarlar hepimizim vazgeçilmezleri arasındaydı. Sonra mp3 çalar'lar çıktı. Şimdi teknoloji o kadar gelişti ki istediğimiz herhangi bir müziği, görüntüyü istediğimiz ortamdan kaydedebiliyor, heryerde dinleyebiliyor ve seyredebiliyoruz. Bunu yapmak için ufacık bilgisayarlar yetiyor bize. Bu durumda kasetler, kasetçalarlar bodrumlara, dolaplara atıldı. Belki 5 sene sonra onlardan eser kalmayacak. Bir sonraki nesil onları müzelerde görecek. Bu açıdan bakıldığında bu lamba tasarımı nostaljik sayılabilir. Gerçi sanırım bu lamba küçük kayıt cihazlarında kullanılan kasetlerden yapılmış. Ama bence çevreci bir tasarım.

Tasarımcısını bilmiyorum bu resmi nette tesadüfen buldum. Hatta araştırınca birkaç resim daha çıktı. Onlardan birini daha ekledim alta...



Resimler için Kaynak: www.zedomax.com

Pin pon toplarımı bulduum:))


Bu lambanın adı Bettine lamp. Tasarımcısı Danimarkalı Diaz Kleefstra. Tüm lamba üzerinde tam 315 pinpon topu varmış. Bettine ismi Danimarkalı ünlü tenisci Bettine Vriesekoop'dan esinlenilerek verilmiş. Eminim toplar ışığın önünde farklı kalınlıklarda renk değiştirir ortaya güzel bir görüntü çıkar. Pin pon topunu daha önceleri pek çok projede kullanmıştım. Formu, hafifliği ve malzemenin rahat delinebilmesinden dolayı çok rahat kullanılabilir bence...

X-Ray lamba...


Soda şişelerinden lamba tasarlarken nette artık ve farklı malzemelerden yapılmış lambalar buldum. Bazıları paylaşayım dedim:

İlk lamba bir İsviçre firması, Sture Pallarp'dan. Adı X-ray lamp. İçindekileri dışarı yansıtmak isteyenlere iyi bir alternatif. Görenleri gülümseteceği kesin. Herkesin evinde bir akciğer filmi vardır herhalde. Kullanabileceğimiz bir yer bulduk işte. Hiç bir şeyi atmak yok. Röntgen filmlerini bile:))

Resim için kaynak: http://www.sturepallarp.se