27 Aralık 2010 Pazartesi

yenidenn...

Uzun zaman olmuş böyle sakin kalmayalı. Haftalardır hep koşturmacayla geçiyor ömrüm. Bayram tatili bittiğinden beri biriken işleri tamamlamaya çalışıyorum. Ama daha birkaçını bitiremeden yenileri yığılıyor önüme. Aslında bu kadar yoğun olmasını ben istedim. Şikayetçi de değilim, hiç birinden vazgeçmeye niyetim yok. Ama haftasonuna doğru yığılıp kalıyorum.

Pazartesi ve çarşamba günleri Park Sanat Merkesinde dijital fotoğrafçılık kursuna başladım. Grupanya'da fırsatı görünce kaçırmadım. Uzun zamandır böyle bir eğitim almak istiyordum. Çok iyi oldu. Hocalarımız aslında sinemacı olan karı koca çok şeker bir çift. Sırada güzel bir makine almak var.

Salı günleri, son dört yıl olduğu gibi Vedat Hoca'mızda koro çalışmamız var. Çok güzel eserleri öğreniyoruz. Çok rahatlatıyor şarkı söylemek. Arada insanlarla sohbet de çabası...

Perşembe seramik kursumuz devam ediyor. Bu sene seramik kursumuzda yaptıklarımı eklememişim bloguma. Yeni farkettim. Aslında tam gaz devam ediyoruz yine. Yine bol bol gülüyoruz, içimizi döküyoruz ve arada boş vakit kalırsa seramik yapıyoruz:) Bu hafta sonunda Pinocuğumda katıldı aramıza. Yine 6 kişi olduk bir de hocamız Tuğçe, 7 kişi. Yine kalabalık olduk. Ne güzel....

İki düğün geçti hayatımdan bu iki haftada... Sonuncusu kuzenimim düğünüydü. Konya'ya ailemin yanına gittim. Çok kısa ve çok çabuk geçti iki gün. Ama iyi geldi onlarla beraber olmak. Yenilendim sanki. Dün, pazar günü biraz erken Ankara'ya gelince uzun bir yürüyüşe çıktım. İşimi, hobilerimi, yapmak istediklerimi kafamda yeniden planladım. Öyle çok şey var ki yapmak istediğim.

Bakalım nasıl olacak, bakalım yeni yıl neler getirecek hayatıma:))

Çok huzurluyum bugün. Herkese iyi haftalar...



Badem, Badem Ağacı

Resim

20 Aralık 2010 Pazartesi

Gezdim Gördüm Yazdım 10: Andorra


Andorra İspanya-Fransa sınırında arada kalmış ufacık bir ülke. O kadar küçük ki en uzak iki şehrinin arası 15 dakika. Yüzölçümü 468 km2. İstanbul'un 5712 Km2 olduğunu düşünürsek. Andorra İstanbul'ın 1/12'si kadar bir ülke. Denize kıyısı yok. Ancak yılda ortalama 10 milyon turist ağırlıyorlarmış. Pirene Dağlarının arasında sıkışmış gibi görünse de Andorra kayak ve vergisiz alışveriş cenneti olarak oldukça rağbet görüyor. Hem Fransa'dan hem İspanya'dan milyonlarca kişi ziyaret ediyor.


Barselona'dan 3 saatlik bir otobüs yolculuğu yaparak Andorra'ya ulaştık. Otobüs ve turla gitmek bireysel gidişden daha kolay tur otobüslerini hem girişte hem çıkışta durdurmuyorlar. Yalnız tek seferde yaptığınız 500 €'dan fazla alışverişlerde çıkışta bir miktar vergi alıyorlarmış.


Biz Andorra'nın başşehri Andorra La Vella'ya gittik. Burası ne Fransa'ya ne de İspanya'ya benziyor. Kayak merkezi de olduğundan İsviçre'ye benziyor sanki. Burada yaşayanların yarısı Katalan. Barselona'dan geliyorlar.


İsterseniz şehrin dışındaki alışveriş merkezlerini tercih edebilirsiniz yada şehir merkezindeki tek uzun caddede gezebilirsiniz. Biz caddelerinde dolaştık.

Çok fazla turist geldiği için mağaza çalışanları tok satıcılar. Genellikle çok suratsızlar. Ancak cep telefonu, bilgisayar, fotoğraf makinesi, parfüm, makyaj malzemesi gibi markalı ürünler en az %20 indirimli satılıyor. Aynı ürüne her mağazada farklı fiyat veriyorlar ve pazarlık yapılmasından hoşlanmıyorlar. Eğer istediğiniz bir ürün varsa birkaç mağaza sorduktan sonra tercih yapmanızı öneririm. Ben fotograf makinemi Türkiye'dekinin neredeyse yarı fiyatına aldım.


Yemek için fazla alternatif yok. Mcdonald's en rabet göreni ancak çok kalabalık oluyor. Ben cadde üzerinde bir restoranı tercih ettim. Hayatımda ilk defa pasta dilimi şeklinde tavada pişirilmiş ton balıklı ıspanak yedim. Çok ilginç bir tadı vardı. Ayrıca portakal suyunun yanında gelen şeker paketi çok ilginçti. Şekerli portakal suyunun tadı nasıl olur hiç bilmiyorum:)

Pirene Dağlarının dorukları karlı ve sisli görüntüsünü şehrin her noktasından görmek mümkün.


19 Aralık 2010 Pazar

Gezdim Gördüm Yazdım 9: Barselona (4)



GİRONA:

Gezimizin 3. Gününde turla beraber önce Barselona’ya 1,5 saat uzaklıktaki Girona’ya gittik.

Girona ortasından nehir geçen eski ama sevimli bir kent. Ancak geçmişte çok güzel şeyler yaşanmamış. Burası Yahudilerin yaşadığı ve uzun yıllar önce onların çoğunun katledildiği bir şehirmiş.


Şehre girmek için Aslanlı köprü’den geçerken rehberimiz ortada herhangi bir aslan simgesi olmadığı halde neden buraya bu ismin verildiği anlattı. Köprünün bitiminde taş direğin tepesine tünemiş bir aslan heykeli var. Figür aslandan çok korkmuş ve ağaca tırmanmış bir kedi yavrusuna benziyor aslında. Girona’da, şehre giren kişinin bu korkmuş aslanın poposunu öpmesi bir gelenekmiş:) Bu yüzden köprünün adı bu kadar Aslanlı köprü olarak kalmış.


Köprünün karşısında Girona katedrali var. Burası da Barselona’da ki katedraller ve kiliseler gibi yapımına yüzyıllar önce başlanmış olmasına rağmen daha tamamlanamamış. Onlarca basamağı çıkmayı göze alıp katedralin içini gezme fırsatımız oldu. Gotik mimarisinin tipik özelliklerini taşıyan devasa bir yapı. Localar, İsa heykelleri ve renkli vitrayları ile görülmeye değer bir eserdi.


Burada zamanımız kısıtlı olduğundan katedralden sonra hızla dar sokaklara yöneldik. Sokaklardan bazıları tek kişinin geçebileceği genişlikte. Bazılarında yalnızca merdivenler var.


MEYDANLAR;
Barselona’da da Avrupa’nın pek çok şehrinde olduğu gibi oldukça fazla meydan var. Dar sokaklarda ilerlerken birden karşınıza çıkıyorlar. Kimi çeşmelerle süslenmiş, kimi büyük bir kilisenin yada önemli bir yapının girişini tanımlamak için yapılmış.


Özellikle Barri Gotic de dolaşırken tesadüfen bulduğum meydanları çok sevdim. Hatta birinde ilginç çaylar yapan bir yer keşfettim.


Bunlardan biri Placa Reial. Buraya en rahat La Ramblas’dan ulaşabilirsiniz. Burası 1850’lerden kalan oldukça hareketli bir meydan. Dört bir yanı kafe ve restoranlarla dolu. Ortasındaki havuzun kenarına oturup insanları seyretmek çok keyifli. Gece gündüz her zaman ışıl ışıl. Meydanın lambaları Gaudi tarafından tasarlanmış. Yakından bakınca hayvan figürleri hemen dikkatinizi çekiyor.


Plaça de Sant Jaume, Barri Gotic arasında çok önemli bir meydan. Hatta Barselona’nın kalbi diyebiliriz. Meydanın bir tarafında Katalunya Parlamento Binası, tam karşısında Barselona Belediye Sarayı var.

BARRI GOTIC;
Barri Gotic (Gotic Mahalle) Barselona’nın en hareketli bölgelerinden biri. Özellikle akşam hava karardıktan sonra o daracık sokaklarda dolaşmak çok eğlenceli. Ben fırsat buldukça dolaştım. Haritaya bakmadan aklınıza esen sokağa dalmak o kadar keyifli ki anlatamam. Burada sanki ortaçağ Barselona’sını yaşıyorsunuz.


Binalara mı yoksa altlarındaki küçük ve sevimli dükkânlara mı bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Her dükkan kendi alanında uzmanlaşmış gibi. Biri sırt kimono satıyor, diğeri el yapımı çantalar. Ayaklarım beni taşıyamayıncaya kadar dolaştım daracık ve sıcacık sokaklarda.


Hatta bir akşam sadece seramik ve evli saatler satan bir dükkan keşfettim bir sokakta . Bende seramiklere ve evlere hasta olduğumdan dükkanın vitrinine yapıştım tabii. Saat 12’ye yaklaştığından kapanmıştı. Ertesi gün çok aradım ama bulamadım. Bulsaydım bir saat alacaktım.


Bir oyuncakçıdan Barselona yapbozu aldım. Birinden kolyelik malzemeler, birkaçından ilginç magnetler ve birinden seramik Casa Battlo’nın cephesinin panosunu…

Biraz daha Barselona'dan resimler...

MontJuic'den (Yahudiler Tepesi) bir  şehir görüntüsü... Buradan şehri yukarıdan görmek için çok güzel...
 

Barselona Arena'sı... Katalanlar boğa güreşi sevmediklerinden uzun süredir asıl amacının dışında konserler için kullanılıyormuş. Şimdi alışveriş merkezine dönüştürülüyor. 
 

Torre Agbar, Jean Nouvel tarafından tasarlanmış. Kurşun gibi çok ilginç mimarisi olan bir bina. Şuanda Devlet Su işleri Binası. Hava karardıktan sonra cephesinde  mıhteşem ışık oyunları yapıyorlar. Muhteşem bir görüntü oluşturuyor.
 

Picasso Müzesi'nin avlusundan bir resim. Burası da Dali  Müzesi gibi Barselona'nın simgesi olmuş eserlerden biri. Picasso'nun tüm sanat geçmişini izliyorsunuz. Kübizme geçiş aşamalarını izlemek çok keyifli... resimseverlere tavsiye ederim. 
 

Barselona Katedrali'ne üç kere girmeye çalıştım. Ama ya kapanış saatine yakın olduğu için yada içeride ayin olduğundan giremedim. Ancak dışarıdan fotograf çekmekle yetindim.

 
Barri Gotic'de katedrale çıkış yolu üzerinde eski Roma Duvarları...
 

"Dali"dir ne yapsa yeridir...


FİGUERES, DALİ MÜZESİ;

Bahsedilen Dali oluncadeli mi yoksa dahi mi bir türlü karar veremiyor insan.

Dali Müzesi’nde Barselona’lı yerel rehberlerden biri de eşlik etti bize. Çok ilginç şeyler anlattı. Salvador Dali’nin deli mi yoksa dahi mi olduğuna bir türlü karar veremedik. Onun anlattıklarından hatırımda kalanları anlatmaya çalışayım şimdi.


Kısaca Salvador Dali’den bahsedeyim önce;

Salvador Dali 1904’de Figueres’de dünyaya gelmiş. Ona birkaç ay önce ölen ağabeyinin adı verilmiş. Bütün çocukluğu boyunca abisinin mezarına yaptıkları sık ziyaretler Dali’nin kimlik karmaşası yaşamasına sebep olmuş. Evin tek erkek evladı olduğundan biraz kaprisli ve şımarık bir çocukmuş. 1914’de annesinin desteğiyle resim kursuna yazılmış ve yıllar sonra onun müzesi olacak belediye tiyatrosunda ilk sergisini açmış. Madrid’de Kubizm ve Dadaizm akımlarından ekilenmiş. Paris’de Picasso ile tanışmış ve bu uzun dönem resimlerinde büyük izler bırakmış. 1934’de evlendiği Rus asılı eşi Gala hayatının geri kalanında onun en büyük ilham kaynağı olmuş. 1989 yılında kalp yetmezliğinden ölmüş.

Dali Müzesi Salvador Dali’nın doğduğu şehirde kurulmuş. 1960 yılında Figueres belediye başkanı harap haldeki belediye tiyatrosunu Dali müzesi olarak restore etmiş. Salvador Dali yenileme çalışmalarına bizzat katılmış. Tüm müzeyi kendisi tasarlamış. Müze son haline ancak 1980 yıllarında gelebilmiş. Bu süreye kadar Dali ufak değişiklikler yapmış. Dünyanın en büyük Dali Koleksiyonu bu müzede sergileniyor. Müzedeki eserler kadar müzenin kendisi de tam Dali’ye göre. Binanın çatısında yumurtalar karşılıyor ziyaretçileri. Kırmızı cephe üzerindeki ilginç seramik şekilleri Dali kendisi yapmış.

Müzenin girişinde yine Dali’ce bir filozof heykeli var. Heykelin arkasında müzenin ön cephesinde eski bir balık adam kostümü var. Bunun burada bulunuşunun ilginç bir hikâyesi var. Dali davet edildiği toplantılara konferanslara enteresan kostümlerle katılmayı seviyor. Bir gün bir toplantıya bu balık adam kıyafetini giyiyor. Ancak hava alamadığı için boğulma tehlikesi geçiriyor. Bu durum onu o kadar etkiliyor ki bu kostümü müzesinin girişine koymaya karar veriyor.


Müzeden içeri girdiğinizde karşınıza ilk çıkan şey üzerinde büyük bir bereket heykeli duran Cadillac. Arabanın arkasında, Dali’nin büyük aşkı Gala’ya ait olduğunu öğrendiğimiz bir kayık direğin tepesine yerleştirilmiş. Rehberimiz kayığım içinden sarkan ve damlaya benzettiğimiz nesnelerin aslında prezervatif olduğunu söyleyince pek şaşırmıyoruz. Arabanın da bir özelliği var. Üzerindeki mekanizmaya 1€ attığınızda araba ağlamaya başlıyor. Ama içinden. Dali arabasının tavanına borular döşemiş. Para atınca içerde yağmur yağmaya başlıyor.


Taş duvarlarda açılan nişlere yerleştirilmiş kadın figürleri, Oscar heykellerini sembolize ediyor. Salvador Dali sinema filmi çekmiş bir yönetmen aynı zamanda. Walt Disney ile beraber çektiği Destino adlı çizgi filmle, en iyi kısa animasyon oscarına aday olmuş. Ancak ödül alamamış. Dali de onlara içerleyip kendi Oscar ödülünü kendi vermeye karar vermiş ve müzesinin duvarlarına birkaç tane heykelcik koymuş. Destino’nun kendisi ve hikayesi de müzenin bir salonunda izlenebilir. Dali’nin filmlerden birini bende izlemiştim. Gerçek insan gözünün neşterle kesildiği sahneyi unutamam. Filmden aklımda kalan tek sahne oydu.


Dali’nin eserlerinde en büyük ilham kaynağı sevgilisi Gala. Bütün resimlerde ondan izler var. Kimi zaman model olmuş kimi zaman ilham vermiş Dali’ye.


Bu resim müzenin fuaye alanının taş duvarında asılı duruyor.


Bu ilginç resme yakından bakıldığında, bir kapıdan güneşe doğru ilerleyen çıplak bir kadın görüyorsunuz. Biraz uzaklaştığınızda resim bir Abraham Lincoln portresine dönüşüyor.


Bu çok açık olarak da anlaşılabileceği gibi bir elektrik direği. Dali birgün yolda giderken bu direği görüyor ve aniden arabayı durduruyor. Onu söktürüp müzeye koyduruyor:)


Bu resmi Dali ayağıyla yapmış. Evet yanlış duymadınız hem de topuğuyla… Boya içinde yere vura vura mürekkebini çıkardığı bir mürekkep balığını kullanmış. Mürekkebi beyaz seramik zemin üzerinde topuğuyla şekillendirerek bir portre oluşturmuş.


Dali öldükten sonra müzenin altına gömülmüş. Öldükten sonra’da müzesinden ayrılamamış yani…


Müzenin bir odasında Dali’nin üç boyutlu resimleri var. Bir ayna yardımıyla renkleri farklı iki aynı resmi bir düzenek içine yerleştirmiş. Belirli bir açıdan baktığınızda tek bir resimde öğelerin üç boyutlu olarak sıralandığını görüyorsunuz. Fotoğrafını çekemedim. Görmeniz gerek.


Müzenin en ilginç odalarından birinde Mae West’in üç boyutlu portresi bulunuyor. Bu portrenin farkı odanın tamamındaki objelerden oluşması. Buraya girdiğinizde ilk gördüğünüz şeyler, duvarda asılı iki büyük göz resmi, yerde duvarın hemen önünde deliklerinde lambalar olan bir büyük burun, onun biraz önünde kırmızı kocaman bir dudak ve onunda önünde bir deve silueti. Görünen şeylerin tek tek hiçbir anlamı yok diye düşünebilirsiniz. Ancak duvarın karşısında 6-7 basamaklı platformu tırmanıp oraya yerleştirilmiş vizörden baktığınızda tüm şeklilerin bir portre oluşturduğunu görüyorsunuz. Salvador Dali hayran olduğu aktris Mae West’i bu şekilde ölümsüzleştirmiş oluyor.



İkinci katta büyük salonun tavanında yine bir Dali şaheseri var ki Dali ve Gala’nin göğe yükselişi resmedilmiş sanki. Bu odanın çevresindeki küçük odacıklarda Dali’nin kullandığı mobilyalar sergileniyor.


Yalnız resimler değil Dali tarafından tasarlanan heykeller, hologramlar, mücevherleri de müzede görmek mümkün.

Daha sayamadığım o kadar çok şey var ki. Her resmin her eserin önünde dakikalarca durup izlemek istiyorsunuz. Sanki bir hayal dünyası yaratmış Dali. O kadar farklı o kadar alışılmışın dışında şeyler var ki Dali dahi mi yoksa deli mi karar veremiyorsunuz gerçekten…