12 Aralık 2010 Pazar

Gezdim Gördüm Yazdım 9: Barselona (1)

Uzun zamandır gitmek istediğim rüyalarıma giren şehirdi Barselona…

Her sene yaz tatilinde karar verip sonra ertelediğim gezimi bu sene bayram tatilinin de uzun olmasından yararlanarak 16-20 Kasım tarihleri arasında yapmaya karar verdim. Tur için oldukça fazla firma arasından Kappa Tur’la anlaştım. Otelimi şehir dışı olarak belirlemiştim. Ancak şehir dışına fazla talep olmadığından (hatta benden başka hiç talep olmadığından) bir miktarcık! daha ilave yaparak şehir içi otel ile değiştirdim. İyi ki de öyle yapmışım:)

TURLAR;
İnternette gezi için araştırma yaparken Barselona’ya giden pek çok tur olduğunu gördüm. Hepsinde tur fiyatları ve otel kaliteleri aynıydı. Ancak çoğunluğunda dönüş pazartesi gece olduğundan, ben 16-20 Kasım tarihleri arasında olan cumartesi dönüşlü turu Kappa Turu seçtim. İyi ki seçmişim, ben çok memnun kaldım. Herkese tavsiye ederim.

Öncelikle diğer firmaların aksine Kappa’nın rehberleri Orhan ve Hakan 8-10 yıldır Barselona’da yaşıyorlardı. İspanya’ya indiğimiz dakikadan, dönüşte pasaport kontrol noktasına kadar ihtiyacımız olan her dakika yanımızdalardı. Bazı turlarda rehberler extra turlar için insanlara zorluyorlarmış. Katılmayanlara soğuk davranıyorlarmış. Bizde asla böyle bir şey olmadı. Her ikisi de çok güler yüzlü, sıcakkanlı ve ilgililerdi. En iyi tapas nerede yenir, en iyi alışveriş hangi bölgeden yapılır, hangi müzeler gezilir, Barcelona’nın günlük yaşamından siyasi tarihine, sağlık sisteminden aile yaşantılarına her konuda bilgililerdi. Extra turlarda da çok yardımcı oldular.

BARSELONA’DA HAYAT:
Öncelikle rehberlerimizin anlattığı kadarıyla Barcelona hakkında biraz bilgi vereyim;

Barselona, İspanya Birleşik Krallığının 17 özerk bölgesinden Katalunya’nın en önemli en meşhur kenti. İspanya’ya yalnızca vergi konusunda bağlılar. Onun haricinde kendi parlamentoları, orduları hatta takımları var. Şehirde Katacanca, İspanyolca’dan daha çok kullanılıyor. Burada yaşayanlar “İspanyol’uz” yerine “Katalan’ız” diyorlar. İspanya’nın herhangi bir bölgesinden gelip burada devlet kurumlarında çalışmak isteyenler Katalanca bilmek zorundalar.


Şehir nüfusu 1.800.000 kişi. Ama yılda 11.000.000 turist geliyor. Gelirleri turizm olmuş. Bunda Barcelona’yı Barcelona yapan 4 önemli kişinin büyük payı var. Gaudi, Dali, Picasso, Miro.

Katalanlar fazla çalışmayı sevmiyorlar. Mesela saat 14.00-16.30 saatleri arasında büyük kurumsal firmalar ve kafeler dışında her yer kapanıyor. Sonra saat 19.00’a kadar biraz daha çalışıp bırakıyorlar. Bankalar ancak saat 14.00’e kadar çalışıyor. Öğleden sonra tamamen kapalılar. Buna rağmen çok gelişmiş bir bankacılık sistemleri var. Tiyatro biletleri bile bankalarda satılıyor.


Barselona’nın kaderi 1992 olimpiyatları ile tamamıyla değişmiş. Aslında bu olimpiyatların 1929 yılında yapılması bekleniyormuş. Hatta bunun için olimpiyat stadı bile yapılmış ancak 1992 yılında kullanılabilmiş. Olimpiyatlar sırasında Gaudi’nin eserleri dünyanın dikkatini çekmiş. Şehir bundan sonra modernleşmeye başlamış. Ondan önce düzgün otel bile yokmuş. Deniz o kadar kirliymiş ki, şimdi Kolomb anıtının bulunduğu bölgede denizin önünde kocaman bir duvar uzanıyormuş.


Barselona şehir planlaması açısından muhteşem bir kent. Kısa süre içinde düzenine alışabilirsiniz. Barri Gotic (Gotik Mahalle) dışında kalan bölgeler düzgün kareler şeklinde binalardan ve kareleri diyagonal olarak kesen iki geniş caddeden oluşuyor. Bu caddelerin amacı da şehrin uzak noktalarına gidiş-geliş sırasında ulaşımı kolaylaştırmak. Şehir içinde pek çok dükkânda, büfelerde ve turist bilgilendirme noktalarında farklı dillerde basılmış şehir haritaları satılıyor. 5,50 € vererek bunlardan alırsanız tüm şehri rahatlıkla gezebilirsiniz. Haritada önemli gezi noktaları metro ve otobüs durakları net bir şekilde işaretlenmiş.

Barcelona’nın huzurlu ve sakin atmosferi kendi ülkesinde mutluluğu bulamayan pek çok insanı çekmiş olacak ki inanılmaz derecede göçmen var. La Rambla dâhil hep çok önemli caddede dükkânlarda ve restoranlarda çalışan elemanların neredeyse tamamı Pakistan ve Hindistan’dan gelmişler. Güney Afrikalı siyahlar ise kaldırım kenarlarında işportacılık yapıyorlar.


İspanyollar da yemek içme kültürü bizden biraz farklı. Keyiflerine düşkün olduklarından kahvaltıyı geç yapıyorlar. Menü bizdeki kadar zengin değil. Donat, iki çeşit peynir, tadi ilginç bir reçel yada bal, meyvesuyu ve tabii kahve. Zaten gezdiğim ülkelerin hiç birinde bizdeki kadar geniş kahvaltı menüsü görmedim. Öğle yemeklerini saat 14.00’den sonra yiyorlar. Akşam yemeği de saat 20.00-21.00 arası başlıyor. Genellikle Tapas adındaki barlarda yemek yiyorlar. Deniz mahsüllerinden oluşan bolca mezeleri var. Karides, kalamar, sübye vb. Ayrıca Paella adını verdikleri safranla pişirilen ve isteğe göre tavuklu, sebzeli, balıklı, karidesli, kalamarlı  pişirilebilen bir çeşit pilavları var. Balık haricinde deniz ürünlerini pek sevmediğimden, sebzeli paella tercih ettim. Ben sevdim tavsiye ederim.  Ayrıca patatesi, domates ve bazı baharatlarla tavada pişirerek yaptıkları Patatas Bravas adında çok lezzetli bir yemekleri var. Ben patatesin her çeşidini çok sevdiğim için orada bulunduğum süre içinde favori yemeğim oldu:)


Barselona şehir merkezinde en belirgin noktalarda bisiklet durakları var. Bu kırmızı beyaz bisikletleri burada yaşayanlar belediyeye aylık belirli bir ücret ödeyerek kullanabiliyorlar. Şehrin herhangi bir noktasından binip istekleri noktaya geliyorlar ve oradaki durağa bırakıyorlar. Hem ulaşım hem spor için süper bir yöntem. Böylece şehir merkezinin trafiği de azalmış oluyor.


ULAŞIM;
Şehir içinde ulaşım için en rahat araç metro. Oldukça gelişmiş metro hatları var. Aktarma yaparak şehrin en uç noktalarına çok kısa sürede ulaşabilirsiniz. Otobüse göre daha kullanışlı. Çünkü otobüslerde turist olarak iniş istasyonunu karıştırma ihtimaliniz olabilir. Hem yerli halk, hem de turistler için çok avantajlı toplu bilet seçenekleri de mevcut. Benim otelim şehir içinde olduğundan ve gezeceğim güzergâhlarda merkeze yakın bölgelerde bulunduğundan T-10 bileti tercih ettim. Tek bilet fiyatı 1.40€ iken 10 kullanımlık T-10 bileti 7,95€ gibi uygun bir fiyata satın alabiliyorsunuz. Gün sınırlaması yok. Hem metroda hem otobüslerde kullanabiliyorsunuz. Ayrıca 45 dakika içinde ikinci kullanım ve aktarmalar bedava. T-10 haricinde 2,3 ve 4 günlük sınırsız kullanımlı muhtelif kartlar da var. Bir de Barcelona Card olarak geçen 2 ve 3 günlük sınırsız kullanımlı kartlar var ki bunlarla bazı müzelere ücretsiz girebiliyorsunuz, restoranlarda bazı alışveriş merkezlerinde indirim imkanı da var. Bu kartlar “turist information” bürolarından temin edilebiliyor. 2 günlük olanının fiyatı 27 €, 3 günlük kart ise 33€.

Metro duraklarındaki müzisyenlerden dinlediğiniz harika parçalarda yolculuğunuzu güzelleştirebilir. Öyle sıradan değil oldukça güzel müzikler dinliyorsunuz. Hemen hemen her durakta müzisyen noktaları var. Gitarlarını yada çaldıkları alet her ne ise onu hoparlöre bağlıyorlar. İsterseniz durup dinleyebilirsiniz.


Otobüslerde metrolar gibi oldukça geniş bir güzergâhta ulaşım sağlıyor. Etrafı seyrederek gitmek istiyorum derseniz otobüsler tercih edebilirsiniz. Ben çoğunlukla metroyu kullandım. Çok daha hızlıydı.

LA RAMBLA;

La Rambla Barcelona’nın İstiklal caddesi gibi bir cadde. Uzunluğu yaklaşık 2 Km. Katalunya Meydanı’ndan (Plaça de Catalunya) başlıyor, denize doğru uzanıyor ve Kolomb Anıtı’nda (Monument A Colom) sona eriyor.


O kadar renkli bir caddeki hangi tarafa bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Sağlı sollu binaların giriş katları restoran, Tapas, cafe, kitapçılar ve lüks giyim mağazalarından oluşuyor. Ortada hediyelik eşya büfeleri arasında dolaşıyorsunuz.



Bu cadde üç bölüme ayrılmış. Birinci bölümde kuşlar ve küçük evcil hayvanlar satan dükkanlar var. İkinci kısımda rengârenk çiçek satıcıları, üçüncü bölümde ressamlar ve kılıktan kılığa giren insanlar var. Bunlarla küçük bir ücret karşılığı fotoğraf çektirebilirsiniz. Çok ilginç kostümlerle ilginç gösteriler yapıyorlar ya da hiç hareket etmeden heykel gibi duruyorlar.


Eğer vaktiniz varsa yan sokaklara girmeden, başından sonuna kadar La Rambla’da yürümenizi tavsiye ederim. O kadar hareketli ki 2 km yürüdüğünüzü anlamıyorsunuz.

La Rambla’nın bitiminde denizin kıyısında Kolomb Anıtı yükseliyor. Anıtın tepesinde denizi işaret eden bir Kolomb heykeli var. Rehberimiz Orhan’ın anlattığına göre neden o tarafı gösterdiğiyle ilgili ilginç rivayetler var. Birinci rivayete göre Kolomb doğduğu şehir olan Cenova’yı gösteriyormuş. İkinci rivayete göre heykelin takıldığı gün hava o kadar rüzgârlıymış ki istedikleri yöne yerleştirememişler:) Üçüncü ve en akla yatkın olanı ise denizci ve kaşif olan Kolomb’un geleceğin ve bereketin denizden geleceğini göstermek için okyanusu işaret ettiğiymiş.

Bu anıtın ortasındaki asansörle yukarıda heykelin tam altındaki platforma çıkabiliyorsunuz. Oldukça dar, asansörün etrafında oluşan boşluğu kullanan simit gibi korunaklı camlı bir alan. Ancak yukarıdan manzara muhteşem. La Rambla ve etrafındaki caddeler oldukça net olarak izlenebiliyor. Ücreti 3 €. Eğer çok sıra yoksa yukarı çıkmanızı tavsiye ederim. Oldukça etkileyici.

Kolomb Anıtının tepesinden  Liman:


Kolomb Anıtından La Rambla Caddesi:



Kolomb anıtından çıktıktan sonra denize doğru ilerlediğinizde sizi Yeni Liman (Port Vell) karşılıyor. 1992’den önce pis olduğu için önüne çekilen sete inat deniz pırıl pırıl parlıyor. Yeni Limanın sağ tarafında okyanusa doğru uzanan bölgede Dünya Ticaret Merkezi binası , hemen arkasında ise teleferik kulesi var. Buradan Yahudi Tepesi’ne (Montjuic) teleferikle çıkabilirsiniz.




Yeni Liman üzerinde deniz doğru yapılan ilave bölgede Maremagnum adında büyük bir alışveriş merkezi ve hemen arkasında dünyanın ikinci büyük akvaryumu var. L’Aquarium’u rehberlerimiz çok methettiği için gittim. Giriş için 17,50 € ödedim. İstanbul’da bulunan Turkuazoo’ya da gitmiştim. Bazı ilginç balık türleri ve saydam deniz canlıları haricinde çok büyük farklılıklar yoktu. Hatta köpekbalıklarının ve vatozların üstünüzden yanınızdan geçtiği tünelin Turkuazoo’da daha uzun olduğunu söyleyebilirim. Eğer zamanınız kısıtlı ise hiç girmeyin.

Limanda alışveriş merkezi dışında oldukça hoş ve lüks cafe ve restoranlar sıralanmış. Ben L’Aquarium’dan çıktıktan sonra çok acıktığımdan onlardan birinde (Cafe Sweet) yemek yedim. Pakistanlı garson pek fazla İngilizce bilmediğinden yemeklerin içeriklerini pek anlamadım. Balık olduğunu tahmin ettiğim yemeği sipariş ettim. Yediğim en güzel ve beyaz etli balıktı. Ancak hesap geldiğinde dikkatli olmanız gerek. Hesap İspanyolca olduğundan nasıl olsa anlamazlar düşüncesiyle uyanık garsonlar yemediğiniz şeyleri ilave yapabiliyorlar. Benimkine yapmışlar. (Balık: 15,95 €)


LA BOQUERIA:

Burası La Rambla’nın Lucei metro durağının çaprazında bulunan bir pazar. Rengârenk ve günün her saati kıpır kıpır hareketli. Hem turistler hem de yerli halkın vazgeçilmez uğrak yeri olmuş La Boqueria.


İki bölümden oluşuyor. Ön taraf meyve, sebze, şeker pazarı ve arkası balık pazarı. Ön kısımda daha önce hiç görmediğim bir sürü meyve ve sebze ile karşılaştım. Kavun, kivi, ananas gibi meyveler hem bol hem ucuz. Ayrıca her tezgâhta turistler için hazırlanmış çatalıyla birlikte ambalajlanmış meyve salataları satılıyor. Çok lezzetliler. Ben bolca yedim. Akşam saatlerinde giderseniz 2 meyve salatasını 2 € ödeyerek alabilirsiniz.

Arka kısımda ise balık ve deniz ürünleri pazarı var. İşte oradan birkaç kare.

Ayrıca hayır yemek tezgahları da var. özellikle öğle saatlerinde hem hızlı hem ucuz olsun diyorsanız burayı da kullanabilirsiniz. Restoranlarda en az 10€ vereceğiniz paella'yı burada 3€'ya alabilirsiniz.

POBLE ESPANYOL;

Poble Espanyol 1992 olimpiyatları için oluşturulmuş bir köy. İspanya’nın çeşitli bölgelerinde bulunan önemli yapıları daha küçük ölçeklerde ama içine girilip gezilebilir boyutlarda yeniden inşa etmişler. Olimpiyatlardan sonra yıkmayı planlamışlar ancak bakmışlar ki çok iyi ziyaretçi çekiyor, yıkmaktan vazgeçmişler. Kapıya bir gişe koyup para basmaya başlamışlar. Giriş: 8,90 €. İçeri girince ekstra para verip kulaklık alarak tüm binaların hikâyelerini dinleyebilirsiniz.



Benim orada olduğum günlerde hava soğuk yağmurlu olduğundan çok fazla turist yoktu. Sakin sakin dolaştım tüm köyü. Binalar oldukça büyük bir alana inşa edilmiş. Dar sokaklardan ünlü katedrallerin, kiliselerin, eskitilmiş tarihi binaların arasından geçip meydanlara çıkıyorsunuz. Burada biraz soluklanıp bir şeyler içebileceğiniz cafe ve barlar var. Ayrıca bir Flamenko club vardı ama o saatte daha açılmamıştı. Binaların alt kısımları tamamen şık mağazalara dönüştürülmüş.


Ayrıca seramik, resim ve heykel galerilerine de rastlıyorsunuz. Hatta birinin altında cam atölyesi var. İsteseniz içeride çalışanları izleyebiliyorsunuz. Hatta yapımını izlediğiniz camdan kuğuları, atları ve boğaları satın alabilirsiniz.





Hiç yorum yok: