2 Ağustos 2010 Pazartesi

Gezdim Gördüm Yazdım 8: Cunda (Alibey Adası)


                             

Bu seneki tatili ablamla beraber Ayvalık Cunda'da yapmaya karar verdik. Daha önce hiç o bölgeye gitmemişiz. Ablam sakin ve huzurlu bir tatil, bense yüksek tavanlı, kemerli kapılarıyla Cunda evlerini görme hevesindeyim.

 Maceralı geçen bir Ulusoy yolculuğu sonucunda Ayvalığa nihayet cumartesi sabah ulaştık. Otobüste o kadar üşüdükden sonra sıcak nemi az, Ege havası çok iyi geldi.  Isındıkça sinirlerimizde yatıştı. Ayvalık otogarının önünden çok sık geçen Alibey taksi dolmuşlarına bindik. 2 dakika sonra Türkiye'nin ilk boğaz köprüsünden geçiyorduk. Otelimiz Cunda adasında merkeze 300 metre uzaklıkta deniz kıyısında Ezer Butik Otel. Odamız üçüncü katta denize nazır, küçük sevimli bir oda. Otel tamamen dolu ama biz bir ay önceden parayı ödediğimizden en güzel oda bizim.


Otelin önü deniz. Karşıda Ayvalık ve küçüklü büyüklü adalar.  Kumsal olmasa da bolca şezlong var. İlk gün öğlen sahildeki şezlonglara yayıldığımızda bende ilk kitabım Ahmet Şerif İzgören'in "40'ının da Kulpu Kırık 40 Türk"e başlıyorum. Burası da Kekova Simena gibi çok sakin ve huzurlu bir tatil bölgesi. Bulunduğumuz yer bir koy olduğundan dalga yok denecek kadar az. Ancak uzaktan gecen teknelerin dalgası kıyıya vuruyor. Beş gün boyunca gezi teknelerinden gelen müzik sesi dışında neredeyse hiç ses duymuyoruz. Arada denizde oynayan çocuk cıvıltıları ve martı sesleri birbirine karışıyor.


Akşamüstü Cunda merkeze yürüyoruz. Bizi ilk olarak Türk'lerin adaya ilk ayak bastıkları yere yapılan bir anıt karşılıyor. Arkasındaki yıkılmak üzere olan eski binanın yetimhane olduğunuz söyleyenler var ama net bir bilgi yok.  


Cunda merkezinin sahil tarafında balık restoranları,dondurmacılar, lokmacılar, diğer tarafında ise, yine restorana dönüştürülmüş eski Rum evleri sıralanmış. Yürüyüş yolu üzerinde adım başı buzlu badem satıcılarına rastlıyoruz.



Restoranların hepsinin girişinde onlarca çeşit mezenin ve balıkların sergilendiği camlı dolaplar var. Cunda tam bir zeytinyağlı cenneti. Adını ilk kez duyduğum denizden çıkarılarak zeytinyağlı pişirilen otların tadına doyamıyor insan. Yanında çeşit çeşit lezzetli balıklarla tadından yenmez oluyor. Buraya özgü Papalina adında sardalya'nın yavrusu bir balık türü varmış. Ancak Papalina'nın av yasağının kalkmasına daha bir hafta olduğundan ve restoranlardakiler buzhanelerde depolanan eski balıklar olduğundan papalinayı tadamadık. Ancak bizim yediğimiz çupra ve tekirler de muhteşem.

Ada'da yemek saati akşam 20.00 civarında başlıyor. Güneş yavaş yavaş çekilip hava biraz serinleyince çarşı da insanlarla dolmuyor Cunda'da. Yemeğini yiyenler soluğu çarşı da alıyorlar. Herşey o kadar rengarenk ve cıvıl cıvıl ki. Yeni seramik çalışmalarım için bolca ilhamım var artık. İhtiyacımız olmasa da almadan duramıyoruz. Yeni bir yere gittiğim zaman mutlaka aldığım iki şey var. Magnet ve Kupa.  Kedili ve kayıklı bir magnet  ve Cunda manzaralı bir kupa beğeniyorum. İkisinden de Cunda da o kadar bol çeşit var ki seçmekte zorlanıyoruz. Güneş battığı halde hava hala çok sıcak ama rüzgar biraz rahatlatıyor.




Gece saatleri yaklaşırken Cunda merkez daha da hareketleniyor. Bu sefer dondurmacıların ve meşhur lokma imparatorunun önünde uzun kuyruklar oluşmaya başlıyor. Aklınıza gelebilecek her türlü meyveden yapılan dondurmaların tadına bakıyoruz. Hergün farklı kombinasyonlar deniyoruz. Birgün sakızlı-limonlu-karadutlu, diğer gün sakızlı-kakaolu-zeytinli...  Ben özellikle sakızlı ve zeytinli dondurmaya bayılıyorum.




İkinci gün akşam üzeri ablamı çarşıya bıraktıktan sonra Cunda'nın meşhur Neo Klasik evlerini görmek için ara sokakları dolaşmaya başlıyorum. Hepsi o kadar muhteşem  görünüyor ki çekebildiğim kadar fotograflarını çekiyorum. Bir sokaktan diğerine, her geçişte daha da hayran oluyorum bu adaya. Hem çok sade hemde çok süslü pencereler, merdivenli, yüksek ve kemerli kapılar, pencerelere tünemiş kediler. Tüm evler aynı dili konuşuyor sanki.


Ara sokaklarda gezerken birden karşıma bir kilise çıkıyor. Önceden hazırladığım gezilecek yerler çıktılarımdaki resimlerden buranın Takriyarhis Kilisesi olduğunu anlıyorum.1873 yılında yapılmış olan kilise, Türklerin adayı işgalinden sonra bir süre camii olarak kullanılmış. Bu dönemde maalesef duvalarlarda bulunan pek çok ikona yerinden sökülmüş. 2003 yılındaki büyük fırtınadan sonra ziyaretçilere kapatılmış. Kilisenin bir duvarında tavandan başlayıp zemine kadar ilerleyen büyük bir çatlak göze çarpıyor. Eğer restorasyon yapılmaz ise kilise birkaç yıl içinde yada hafif bir depremde yıkılabilir.



Takriyarhis Kilisesini kedileriyle baş başa bırakıp sokaklarda dolaşmaya devam ediyorum. Bir ara evlerin arasında biraz daha yüksekte bir rüzgar değirmeni çarpıyor gözüme. Onu bulmak için yine ara sokaklarda yıkılmış ve yıkılmak üzere olan eski evlerin önünden yokuşlu yolları tırmanmaya başlıyorum. Birden önüme üç duvarı kalmış Agi Triyada kilisesi çıkıyor. Adanın ilk kilisesi olan bu bina da maalesef  diğerleri gibi perişan halde. Elimdeki kaynaklar 1858 yılında inşa edilen yapının 1928 yılına yani mübalede yılllarına kadar ibadete açık olduğunu söylüyor. Kilisenin sağ tarafından muhteşem bir deniz manzarası var. Şimdi bu kadar güzel ise geçmişte bu kilise henüz kullanılıyorken pencerelerinden manzarının ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum.  


                                  

                             

                             

Agia Triyada'nın biraz yukarısında aradığım rüzgar değirmemine ulaşıyorum. Aşıklar Tepesi olarak adlandırılan bölgede Agios Yannis kilisesi yıllar önce kaderine terkedilmiş. Zaman içinde çatısı tamamen çökmüş ve eskiden var olan çan kulesi yıkılmış. Ancak burası  2006 yılında Rahmi Koç tarafından restore edilip bir kütüphaneye dönüştürmüş. İçinde şimdi bir cafe de bulunuyormuş.

                                 

Tatilimizin ücüncü gününde otel sahibimizin tavsiyesi üzerine tekne turuna çıkmaya karar veriyoruz. Cunda'da olmazsa olmazlardan biri de tekne turlarıymış. Her zevke göre turlar var burada. İsterseniz şıkır şıkır göbek havaları çalıp, dans ederek bronzlaşabileceğiniz büyük teknelere binersiniz, isterseniz daha sessiz küçük tekneleri tercih edersiniz. Biz ablamla "huzurlu, sessiz  tatil" sloganıyla yola çıktığımızdan küçük olanları seçiyoruz. Bir gün önceden arayıp rezervasyon yaptırdığımız teknemiz, Ayvalık'tan hareket edip bizi Cunda limanından alıyor. Cunda çevresindeki küçüklü büyüklü pek çok adanın yakınından geçip nihayet Melisa adası kıyısında demirliyoruz.


Burası hayatımda gördüğüm en berrak denize sahip. Teknenin ikinci katından bile 2 metre derinliğindeki çakıl taşları deniz kestaneleri ve balıklar rahatlıkla seçilebiliyor. Yosun yok. Karanlık deniz bitkileri yok. Yalnızca kum ve çakıllar var.


Akvaryum gibi tertemiz masmavi sularda yüzüyoruz.  Su temiz olduğu kadar soğuk. Tam anlamıyla çivi gibi... Yarım saat deniz keyfinden sonra yemek servisi başlıyor. Yemek doyana kadar çıtır çıtır kızarmış balık, bol naneli zeytinyağlı salata ve karpuzdan oluşuyor. Melisa adası sakini martılar, başta biraz çekingen olsalarda, balıklarımızı onlarla paylaşınca hemen bize alışıyorlar.


Tekne Cunda'nın çevresinde bir tur atıp iki noktada daha yüzme molası veriyor. Hava sıcak ama deniz serin. Tekne harekete geçtiğinde küfür küfür rüzgar esiyor. Manzara adalar, martılar ve denizden ibaret. Bu huzurlu sessizliği zaman zaman  karşılaştığımız diğer tur tekneleri bozuyor. Aynı noktalarda durmasak da sonuçta güzergah aynı.  Bazılarında animatörler dans yarışmaları düzenliyorlar. Hemen hemen hepsinden aynı ses yükseliyor. "EEEVLİ, MUTLU, ÇOCUKLUUUUUU..."


Öğlen saat 12'de başlayan turumuz saat 6 civarında yine Cunda limanında sona eriyor.


Beş gün boyunca deniz, güneş sefası sırasında bolca kitap okuyorum. Ablam kızıyor bana. Bırak kitabı etrafı seyret diyor ama benim sahilde en çok sevdiğim şey kitap okumak. Bunu anlatamıyorum ablama.  Şerif Hoca'nın kitabından sonra Akşam Güneşi'ni okuyorum. Yanıma aldığım iki kitap beklediğimden daha erken bitince Cunda çarşısından Ejderha Dövmeli Kız'ı  ve Görünmeyen'i alıyorum.


5. gün sabah son kahvaltı ve deniz sefasının ardından Cundanın sakin sokaklarını evlerini, şirin dükkanlarını, kedilerini, yemeklerini ve dondurmalarını bırakıp tatilimizin ikinci durağı İzmir-Seferihisar'a doğru yol çıkıyoruz.

6 yorum:

sesiber dedi ki...

Aynı zamanlarda Cunda'daymışız. Belki sokaklarında karşılaştık. Bu akşam döndük biz ama aklım orada kaldı. İlk defa sıkılmadım gittiğim yerden. Hatta bitiremedik, doyamadık Cunda'ya. Papalina biz de tadamadık aynı sebepten dolayı. Ben 2 post yazdım hala bitiremedim Cunda'yı. Tarihi sokakların fotoları yok bende. Şarjım yolda bıraktı beni. Senin fotoğrafların eksiğimi doldurdu. 3. postumda yazına link vereceğim izninle.
Sevgiler
Sibel

sena dedi ki...

Sesibercim;
evet demek ki aynı zamanlarda oradaymışız ne güzeel:))
Bizde burada anlata anlata bitiremiyoruz Cunda'yı. Çok güzeldi herşey. Bende sırf evler ve kediler için birer post daha hazırlamayı düğünüyorum. Hatta yemekleri için birer post daha hazırlanabilir:) Yazında link verirsen çok memnun olurum:))

Sevgiler
Sena

Sevil Şahin dedi ki...

Sevgili sena ne kadarda çok istemiştim orayı gezmeyi Ayvalıga geldim ama cundaya gelemedim kısmet degilmiş inş. bir dehaki sefere senin gördüğün güzellikleri bende görebilirim
sevgiler

sena dedi ki...

Sevilcim umarım bir gün yolun düşer de Cunda'ya gidersin. Çook güzel bir yer anlatmakla bitmez. Aslında Ayvalığa kadar gelmişsin. Ayvalık merkezden taksi dolmuşlarla 10 dakika. Keşke gidebilseymişsin. Neyse bir daha ki sefere inş.

Sevgiler:))

cigdemonur2 dedi ki...

Merhaba Sena , bloğunu tesadüfen buldum,Cunda evleri yazısı ilgimi çekti.Çünkü biz orda oturuyoruz.
Daha doğrusu Cunda da birkaç sene oturduk şimdi Ayvalıkla Cunda arasında Armutçuktayız.Ne güzel yazmış ve fotoğraflamışsın kutlarım.Gerçi biz İstanbuldan Cundaya yerleştiğimiz 9 sene önce çok sakindi.Şimdi Bodrum gibi oldu,kalabalık yüzünden pek gidemiyoruz.Hatta Sesiberin geldiğini öğrendim ama bir irtibat kuramadım.Diğer iki yazını da okudum,güzel fotoğraflar çekmişsin.Geçekten bu sokakları evleri görünce hep fotoğraflamak istiyor insan.Despot Eviyle ilgili iyi bir haber de vereyim.Sonunda ihale sonuçlandı,orası alt katı Etnografya Müzesi üstü otel olacakmış.Ayvalığa gönül veren herkese sevgilerimle...

sena dedi ki...

OHH gerçekten çok çok sevindim bu habere:) Darısı diğer evlerin başına. Cunda'nın o güzel sokaklarındaki evlerin tamamının restore edildiğini düşünüyorum. Ne kadar muhteşem olur değil mi?

Çok sevindim haber verdiğin için çook teşekkürler:)
Sevgiler:)